Önce Ekinleri Bozdular, Sıra Nesillerde!
Bireyleri ilgilendiren ihtiyaç dizilerini oluşturup, hiyerarşik bir sıraya koyduğumuzda şüphesiz ki yiyecek ve barınma gibi temel fizyolojik ihtiyaçlar bunların en başında gelir.
Bireyleri ilgilendiren ihtiyaç dizilerini oluşturup, hiyerarşik bir sıraya koyduğumuzda şüphesiz ki yiyecek ve barınma gibi temel fizyolojik ihtiyaçlar bunların en başında gelir. Toplumun değişmesi ile ihtiyaçları da değişti. Değişimler doğal arzular üzerinde etkilere sebep oldu([1]). Değişen beslenme alışkanlıklarımız ile hazır gıdalar, genetiği değiştirilmiş ürünler hayatımıza girdi. Bu ürünlerin üzerimizde hem bedensel hem de ruhsal etkileri oldu. Daha önce adını dahi duymadığımız çeşitli hastalıklar ortaya çıktı. Var olan hastalıklar sürekli seyir değiştirdi. Ama bu düzende sürekli karlı olmayı başarabilmiş küresel sermaye sahipleri ise güçlerine yeni güçler kattı. Bu usta senaristler ürettikleri içerikleri hiçbir zaman kullanım kılavuzundaki gibi tüketmediler, tüketmezler de. Ama her yüzyılda bu içerikleri yeniden fırınlanarak piyasaya sürmeyi ihmal etmezler.
Bu yazımızda genel olarak gıdalara ve gıdalarda yaşanan değişikliklere yer vereceğiz. Bu denli önemli bir konuya ayrıntılı yer vermek imkânsızdır. Her değişimi ayrıntılı anlatmak yerine kritik dokunuşlar yaparak okuyucunun zihin dünyasında soru işaretleri bırakmak temel gayemiz olacaktır.
Hızlı bir değişimin içinde başımız deveran ediyor desek yeridir. Hasan-ı Basrî hazretlerine ait olduğunu söylenen şu söz hayatımıza yön vermeli: “Dünya üç gündür; dün, bugün ve yarın. Dün geçti, yarının geleceği belli değil. Öyle ise; bugünün kıymetini bil.” Bizler aynı minvalde diyoruz ki dün geçti yarının geleceği belli değil onun için orta bir yol seçmek zorundayız. Belki bazı okurlarımız “Gıda ile zaman arasında nasıl bir bağlantı var?” diye sorabilir. Ama konuyu derinlemesine incelediğimizde aslında zamanında lehimize işlediğini ve gıdalarda yaşanan değişimler gibi zamandaki tüketim anlayışımızın da erozyona maruz kaldığını görebiliriz. Mademki beden ve ruh birbirinden ayrılamaz. Mideye aldığımız yiyecekleri tüketmek ile gördüğümüz, duyduğumuz her şey aslında birer tüketim aracı haline gelmiş ve benzeşmiştir. Sonuçta mideye aldığımız yiyeceklerdeki besinler kanımız aracılığıyla tüm vücudumuza dağılmakta fiziksel ve ruhsal olarak bizleri etkilemektedir. Aynı şekilde dinlediğimiz her müzik ve izlediğimiz her film, video içeriği, fotoğraf zihin dünyamıza yön vermekte ve hayatımızı şekillendirmektedir.
Bizler doğal besinlerle beslendiğimizi var sayarken, - yani aslında bize sunulanı tüketirken- davranışlarımız daha da kötüye gidiyor. Çünkü şekerlemelerin, doğal olmayan içeceklerin, keklerin, cipslerin, dondurmaların ve çocukların sevdiği bazı hazır gıdaların içeriğinde çeşitli yan etkileri bulunan yapay boyalar, yapay aromalar ve zararlı katkılar vardır. Bu katkılı gıdaları tüketmek, çocuklarda hiperaktivite, kanser, öfke nöbeti, huzursuzluk, huzursuz uyku, öğrenme güçlükleri, zekâ seviyelerinde düşüş ve birçok sağlık problemlerine neden olabilir([2]).
Bir yandan bu değişim ve tüketim devam ederken devam ederken küresel sermaye sahipleri, küresel yeni bir yoksulluk meydana getirdi.
“Küresel ekonomik düzen, özellikle yoksul ülkelerde baskıcı rejimleri güçlendirerek, yolsuzlukların ve yoksullukların yaygınlaşmasına yol açan bazı önemli sonuçlar doğurmaktadır. Kaynakların ve üretimin küresel sermaye aktörlerinde toplanması sonucu ortaya çıkan mutlak yoksullaşma, küresel yoksulluğun sadece bir yüzünü yansıtmaktadır. Küresel kapitalizmin neoliberal politikalarla desteklenmesiyle şekillenen “tüketim kültürü”nün bir sonucu olan “yeni yoksulluk” ise küresel yoksulluğun diğer yüzünü oluşturmaktadır. Kapitalist süreçte ortaya çıkan mutlak yoksulluğun, devletin ve sivil toplumun uygulayacağı istihdam politikaları ve sosyal güvenlik tedbirleri ile telafi edilebilme ihtimali varken, yeni yoksulluk olgusu daha yerleşik, derin ve psikolojik boyutlu sorunlar sarmalına dönüşmektedir.”([3]).
Kıtlık ve açlık gibi özelliklerinin dışında özel olarak ele alındığında yoksulluğun, kapitalizmle eşzamanlı olarak ortaya çıktığı söylenebilir.
Kitlesel kırılganlık ve uzun süreli işsizlik gibi yoksulluğun yeni biçimleri, sosyal skalanın üst ve alt kesimleri arasındaki yükselen gelir farklılıklarıyla oluşan toplumsal kutuplaşma süreçleriyle ilişkili yeni kaygılara yol açmaktadır. Yeni toplumsal sorunun kalbinde; küresel ekonominin işleyişine bir engel veya ilgisizlik, artan bir şekilde gereksiz olma hissi veya güvencesiz işlerde çalışan insanların sayısının artmasıyla şekillenen kitlesel toplumsal kırılganlık yatmaktadır. Gelecekte hemen hemen bütün uluslar, ortaya çıkan küresel ekonomik düzende sosyal tanınırlığı olmayan ve az ya da hiç işi bulunmayan milyonlarca insanın meydan okuması ile karşı karşıya kalacaklardır([4]).
Bizler bilinçli tüketiciler olarak bu kırılgan fay hattını harekete geçirmek zorundayız. İster kabul edelim ister etmeyelim, piyasa arz-talep ilişkilerine göre şekillenmektedir. Bizler talepte bulunmazsak onlarda piyasaya arz etmeyecektir.
Şimdi de dilerseniz asıl konumuza gelelim. Nedir bu sağlıksız katkılar, genetiği değiştirilmiş organizmalar? Tamamıyla ret mi etmeliyiz yoksa kabul mu?
Bugün geri dönüp bakıldığında, GDO ürünlerde geriye dönüşümü imkânsız olan birçok değişimler görülmektedir. Biyolojik bozulmayı, lezzet erozyonunu, tüketici tedirginliğini ve sağlık risklerini de beraberinde getiren bu durum, denetim altına alınmazsa, doğal gen kaynakları büyük bir risk altında olmaya devam edecektir. Çünkü değişime uğramış bu GDO'lu tohum ve/veya organizmalar, doğal tohumlarla yakın mesafelerde ekildiğinde, doğal türleri de geriye dönüşümü olmayan değişimlere uğratacağından, doğal biyolojik çeşitliliği de tehdit etmektedir.
Genlerle oynanırken son derece dikkatli olunmalıdır. Gelişmeler hassasiyetle takip edilmelidir. Aksi takdirde sonucun nereye varacağını kimsenin tahmin edemeyeceği gibi, birkaç nesil sonra, belki daha erken, yapay mutasyonlarla, ekosistemler geri dönüşümü olmayan değişimlere uğratıldığında, sorunlar bir bomba gibi patladığında 'Ne yazık ki artık her şey çok geç' denilebilecektir. Sağlıklı bir neslin ilk basamağı sağlıklı beslenmesidir. Sağlıklı beslenme sağlıklı besinlerle, sağlıklı besinler de ilk başlangıcı olan sağlıklı tohumlarla mümkündür. Böylece sağlıkta, iyileşme de bozulma da tohumdan başlar. Bu değerlendirme ışığında GDO'lu ürünlere GİMDES olarak Helal Gıda Sertifika verilmemektedir. Üç neslin korunması için bunun gerekliliğine inanmaktadır. GDO'lu ürünler tüketmenin uzun vadede ne gibi sorunlar yaratacağını bilmek olanaksızdır. Aradan 100-150 yıl geçmesi gerekiyor ki bu ürünler insan diyetine girdiğinde insana nasıl bir etki yapıyor, istatistiki olarak görülebilir. Şu anda bu durum olmadığı için, klinik araştırmalar yüzlerce testten geçirilerek onaylansa bile, hala uzun vadeli tehlikeler olabilir.
Genetiği değiştirilmiş tarım ürünlerinin üretimi sırasında gen aktarımı bir kez başladığında genetiği değiştirilmiş ürünün genetiği değiştirilmemiş ürünlere bulaşması kaçınılmaz olmaktadır. Bu nedenle, floraya sokulan kontrolsüz GDO'lu ürünler, genetik çeşitliliği yok edebileceği gibi, yerel ürünlerin GDO'lu ürünlerle rekabet edebilmelerini de zorlaştıracaktır. Bir süre sonunda zengin biyoçeşitliliğin yerini GDO'lu homojen ürünlerin alması ve bu şekilde doğal biyoçeşitliliğin tehlikeye uğrayacak olması GDO'lu ürünlerle ilgili tehlikelerin en önemli boyutlarından birini oluşturmaktadır.
Şimdide bu noktaya gözlerinizi çevirmenizi istiyorum. Çünkü bazı bilim insanları GDO’lu ürünlerin dünyadaki, beslenme yetersizliğine çare olduğunu savunuyor. Başta da ısrarla bahsettiğimiz gibi bu küresel güçler gıdadan, ilaca, kitlesel medya araçlarından ekonomiyi harekete geçirecek birçok aktörü kontrol altına aldıkları gibi bilim dünyasını da parmak uçlarında oynatıyorlar. Yani sözün özü şu istedikleri makaleleri istedikleri profesöre yazdırıp inandırıcılığını bilimsel olarak destekliyorlar. Konuyu biraz daha irdelemek isteyen okuyucularımızın Serralini araştırmasını ve ilaç devlerinin bilime nasıl karıştığı ile ilgili araştırmayı okuyabilirler.
Tarih boyunca yaşanan gıda sıkıntılarının asıl sebebi ne mevcut gen kaynaklarının yetersizliği veya çeşitli teknolojik yetersizlik ne de verim ve kalite sorunu olmuştur. Ana sebep gıdaya ulaşılabilme sorunudur. Bugün açlığın ve yoksulluğun en fazla kol gezdiği Afrika ülkelerinde örneğin Somali'de tarım için hava, su ve toprak kaynakları birçok Avrupa ülkesinden daha elverişlidir. Ama tarımsal üretimde altyapı ve tecrübe olmayışından dolayı patates dahi üretilmemektedir. Tarımsal üretimde en önemli başlangıç materyali olan tohum küresel güçlerin elindedir. Bu güçler gelişmiş ülkelerde daha çok kullanılmakta olan GDO'lu tohumları veya genleri masum ve mağdur bir senaryo ile ancak uluslararası pazara kabul ettirmektedirler. Açlığı bitireceği propagandasıyla hazırlanan GDO’lu ürünler otuz yıldır piyasaya verilmektedir ancak açlık olan yerlerde aynı açlık katlanarak devam etmekte, henüz bir doyurma etkisi görülmemiştir. Oysa açlığın ve yoksulluğun olmadığı Amerika'da 2007 yılında zincir marketlerde GDO'lu pirinç tespit edilmiş, çiftçilerin açtığı dava da GDO tohum üreticisi 2011 yılında çiftçilere 750 milyon dolar tazminat ödemiştir. Buna inandırdıkları için teorik olarak beslenme yetersizliğine çare olarak lanse ettirilmesi kabul görmektedir. Hâlbuki bu ürünler açlık için değil ağırlıklı olarak ticari kaygılarla piyasa sürülmekte ve tüketim anlayışımıza yön vermeye çalışmaktadır. Şuan için GDOl’u ürünler için en büyük ve önemli risk yıllar sonra bırakacağı etkiyi bilemememizdir. Gerekli araştırmaların yapılması gerekmekte ve asıl besin ihtiyacı olan ülkelerde kullanılması gerekmektedir ki besin yetersizliğine çare olabilsin.[5]
Tüketirken tükeniyoruz. Sorgulamayı, minimalist yaşamayı, alternatifler oluşturmayı, adil ve etik olmayı benimsemeyi öğrenmemiz ve öğretmemiz gerekiyor. Satın aldığımız her ürünle, yaptığımız her eylemle, kurduğumuz her cümleyle yaşamak istediğimiz dünyanın temellerini atıyoruz, bunun farkına vardığımızda dünyayı daha güzel bir yer haline getireceğiz.
Muhammed Zeki Aygur | Veteriner Hekim
[1] Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt.8 Sayı.17. 2016- Aralık (s. 395-405)
[2] Çocuk eğitiminde helal ve haram lokmanın etkisi. (GİMDES Gönüllüleri)
[3] M. Karakaş / Küresel Yoksulluğun Öteki Yüzü : Yeni Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma
[4] Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: XII, Sayı: 2, Aralık 2010
[5] GİMDES GDO hakkında ne diyor? Röportaj: Tuğba Gülsever
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.