Faruk KILIMAN
Senin de Öyle Bir Anın Olacak Elbet!
Siyer kitaplarını okurken bizi derinden etkileyen birçok sahneyle karşı karşıya gelir ve ciddi bir duygu seli yaşarız.
Özellikle Efendimize(a.s.v) yapılanlar karşısında yumruklarımızı sıkmış ve düşmana haddini bildirmeyi arzulamışızdır. Yaşanan duygu atmosferine kapılmış; kimi zaman Efendimize(a.s.v) atılan taşlara bir örtü ve kalkan olmayı, kimi zaman başına atılan toz ve toprağı silen bir el olmayı, kimi zaman gözyaşlarını tutamadığı zaman yanaklarındaki gözyaşlarına bir set olmayı, Hatice’sinin yokluğunda daralan yüreğiyle iki büklüm dibine uzandığı ve başını dayadığı Kâbe’nin bir duvarı ve saçlarını okşayan bir el olmayı, yanaklarına batan miğferin parçalarını çıkarmak için dişlerini feda eden bir fedai olmayı, tenine dokunmak için hayaller kuran bir Hz. Sevad(r.a) olmayı, açlıktan karnına bağladığı bir taş olmayı, sinesine sardığı ve kendi elleriyle kendisini hazırlayıp meydanlara gönderdiği bir Ali(r.a) olmayı ve yanında yürüyen, arkadaşlık eden, tebessümüyle tüm dünyaları elde eden, bakışlarıyla ısınan, güzel sözlerine mazhar olan ve gömleğiyle sarılarak mezara gömülen bir yaren olmayı hayal etmişizdir...
Hatta her siyer kitabının veda kısmına geldiğimizde, sanki beraber cenk ettiğimiz ve her anı beraber yaşadığımız bir dosttan ayrılır gibi gözyaşlarımızı tutamadığımız olmuştur. Çünkü o sevgili(a.s.v) artık hayata gözlerini yummuştur.
Gerçekten abartısız diyorum; başörtülüsü örtüsüzü, açığı kapalısı, sarhoşu ayığı Efendimize(a.s.v) dair az çok bu duyguları yaşar. Ki yaşadıklarına da şahit oluyoruz.
Elbette bu güzel bir şeydir. Yalnız okuduğumuz siyer kitapları bizi duygulandırmanın ötesinde bir duruşa davet etmektedir. Kitapta okunanın senin de başına geleceğini bildirmekte ve o an geldiğinde; okurken duygulandığın, hissettiğin ve düşündüğün şeyleri sergilemeye davet etmektedir.
Öyle değil mi? İlahi emirle; sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelecek, diye siyer kahramanlarına bildirilmemiş miydi? Şimdi sıra bizde. Biz de öncekileri okurken, bugün de aynı şeylerin muhatabı olacaktık elbet.
Siyer kitaplarını okurken; taşlayanlara karşı taşlanan olmayı hayal ettik, işkencelere rağmen “er-Rahman” diye haykıran İbn- i Mesud(r.a) olmayı hayal ettik, yalnızlığa bir silgi ve zulmedenlere bir balyoz olmak istedik, açlığa karşı Ebu Bekir’ce(r.a) bir lokma olmayı istedik, Uhud’da hakkı yalnız bırakanlardan olmamayı, Aynen Geçidi’nde emirden çıkmamayı, Hendek’te alay edenlerden olmamayı ve alay edenlere inat hakkın yanında kazma sallamayı hayal ettik. Hak taraftarı olmak adına neyi hayal etmedik ki?
Evet siyer, şimdi bizi hissedip hayal ettiklerimize davet ediyor…
Horlanmışlığına, zulme, adaletsizliğe, ırkçılığa, taassuba ve yokluğa karşı; Allah’ın emir ve nehiylerini hiçe sayıp Allah’a meydan okuyan ve kendilerini rab olarak gören sahte ilahların, firavun ve nemrutların hadsizliğine karşı bir duruşa davet ediyor. Her türlü ahlaksızlığın ve görüşün fikir hürriyeti olarak görüldüğü, ama sıra Müslümana gelince fikirlerini beyan edenlerin kadın erkek demeden derdest edilişine ve yapılan ayrımcılığa karşı; hukukun adamına göre işlemesine, Müslümanlar söz konusu olduğunda kör ve sağır kesilişine karşı bir duruşa davet ediyor. İslam coğrafyasındaki açlıklara, boykotlara, ezilmişliğe ve zorbalığa karşı; ahlaksızlığa, hakkın batılla karıştırılmasına ve Müslümanların batılın yükselişine basamak kılınışına karşı bir duruşa davet ediyor…
Ve o an geldi, geliyor. O zaman sen hangisi olacaksın? Susan mı, oturan mı, yaranan mı, bırakan mı ve kaybeden mi; yoksa konuşan mı, haykıran mı, ayaklanan mı, koşuşturan mı, dayanak olup kenetlenen mi ve kazanan mı olacaksın?
Selam ve dua ile…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.