Seyr-i Âlem
Bugün ister misin şöyle bir tur atalım da sağımızda solumuzda, önümüzde arkamızda neler olmuş biz ortalarda yokken, görelim.
Seninle sohbet etmeyeli uzun zaman oldu güzel insan.
Bugün ister misin şöyle bir tur atalım da sağımızda solumuzda, önümüzde arkamızda neler olmuş biz ortalarda yokken, görelim. Yön bilgim zannettiğin kadar iyi değil, o yüzden hadi gel ayaklarımızı takip edelim; kalbin yönü Allah olduktan sonra ayak mutlaka yolunu bulacaktır. Bakara 115’te buyrulduğu gibi “Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” Ameller niyetlere göredir, buyurmuş aleyhi’s salâtu ve’s selâm. Niyetimiz de halis ise hazırız demektir.
Sen buralara en son ne zaman uğradın bilmiyorum, ben geçen gün bir vesileyle geçerken şöyle bir göz ucuyla baktım. Çok bir şey değişmiş görünmüyor. Kafanı sağa çevirdiğinde birkaç yüz kilometre öteden başlayıp daha da aşağılara doğru uzanan gözyaşı nehirleri halen akmaya devam ediyor. Kurbanlar verilmeye, kırmızı kanları çölün sarı kumlarını sulandırmaya devam ediyor. Üç renk var burada genellikle: petrol siyahı, çöl sarısı, kan kırmızısı. Bazen de direnişin şanlı yeşili ekleniyor. Musa’nın zamanı üzerinden çok uzun bir süre geçti, sen o yüzden bugünkü kurbanları Firavununkilerle karıştırma sakın. Sonda söylemek gerekirdi belki ama yaklaştır kulağını, fısıldayacağım, şeytan duymasın:
*Hani Firavun’un katlettiği Musa yarenleri vardı ya! İşte onların torunları bugünün Firavunları. Şaşılacak bir şey yok, zira insan bu, dönüşür. Bir an önce yüzleşmen gerek.
Devam edelim, bu yola girdik madem, durmak yok. Mümkün de değil hani. Sen bakınca yol görüyorsun ama ben ayaklarımızın altından kayıp gidenin zaman olduğunun farkındayım. O da bir mahlûk, vazifesini icra ediyor. En yakın arkadaşı güneş. Güneş demişken hadi durmayalım, sen de fark ettin, sağa baktığında kurbanları ve Firavunları gördüysen yönümüz doğuya demektir. Güneşin doğduğu yere… Bu, insan hesabına göre birkaç saatlik (dakika mı desem saniye mi bilemedim) velhasıl bu birkaç an’dan oluşan zaman diliminde, yine insan hesabıyla kilometre denilen ölçü biriminden binlercesini uçarcasına kat edeceğiz seninle.
Biraz da sola bakalım. Önce kara bir deniz, ötesinde soğuk bir ülke göreceksin. İnsanları da genelde soğuk ve sert mizaçlı. İyileri de çok cesurlar, şanlı bir tarihleri var. Ama bugün devran iyilerin pek lehine değil. Ayı ile simgelenen bir halkı var. Tanırsın, soğuk savaşın doğu bloku. Eskiden daha güçlülerdi, şimdi toparlanmaya çalışıyorlar tekrardan. Yaklaş kulağına bir şey diyeyim, ayı duymasın.
*Bunlar, torunlarla iyi geçiniyorlar; torunların düşman görünen dostlarıyla da. Kafan mı karışıyor, bakışların farklılaştı. Olsun kafa karışıklığı iyidir, korkma; eğer niyetin sahihse.
Yorulmadın değil mi? Şimdi bozkırların ülkesi üzerinden geçeceğiz. Yakın bir zamanda bu coğrafyanın küçük bir kısmı üzerine bir araştırma yaptım. Neredeyse aşık olacaktım. Yüzyıl dedikleri bir zaman dilimi var ya sen benden daha iyi bilirsin. Hah, işte ondan en az iki-üç tanesini baskı, zulüm ve ihanet altında geçirmişler de yine de “biz Müslümanız” diyorlar. Saf insanlar, saflık ne güzel! Demek ki kalplerinde Allah var. Şimdilik aldırma gündelik tavırlarına, örf ve adetlerine; kızma onlara. Ve sakın yargılama. Öyle acılar çektiler ki ben seni tanıyorum, eğer sen olsaydın belki dayanamazdın. Lafı dolandırdım; bu bozkırlar çok büyük, hikayesi çok uzun, tarihi çok derin. Dünyayı değiştiren hadiselerden önemli bir kısmı bu topraklardan çıktı. Hani bizim geldiğimiz yer var ya, yola çıktığımız, işte oraya doğru göçler, savaşlar, devletler, medeniyetler buralardan hareket etti. Hatırla, yukarıda bahsettiğim kan kırmızısı bir zamanlar gül kırmızısı idi. O güller bu coğrafyaya, buradan da bizim geldiğimiz yere doğru mis kokular yayarak yolculuğa çıktı, ah ne güzel! Kokusunu hâlâ duyuyorum, sen de duyacaksın. Yargılamayı bırak, içine çek, kalbinle.
Devam edelim, bozkırların aşağı tarafı çok kültürlü, çok dinli, çok dilli, çok tanrılı bir yer. Öyle anlatılıyor, hep gizemle anılırmış. Oradan da yakın coğrafyayı etkisi altına alacak akımlar doğmuş, ufuk açmış hayalde. Kalbe dokunup aklı ihmal etmiş. Kalp aklın rehberliğinden mahrum kalınca duygular, kinler ve ulusal hırslar teşekkül etmiş. Fark ettin değil mi, -mışlı ifadeleri çok kullandım. Benim buraya ilgim bu kadar, kınama beni. Sana rahatsızlık verecek yemeği miden kabul eder mi, halbuki tadı ve kokuyu miden almıyorken. Benim de gönlüm sıkılıyor, daralıyor bunalıyor; o yüzden yani. Yargılama beni.
Biraz hızlanalım hadi. Az ötede, dünyanın en uzun surlarının arkasında, Âdem’in Havva ile birlikte cennetten indiği zamandan bu yana burada çok büyük gelişmeler cereyan etti. Hani genelleyici ifadelerle “Kaç bin yıllık medeniyet!” dedikleri yer burası. Kabul edelim, ilim burada da olsa gelip almamız emredilen bu yerden dünya çok istifade etti. Kazanlar bugün de kaynıyor, çarklar dönmeye devam ediyor. Biliyorum “Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ın”, lakin şu da var ki senin yüzün Batı’ya bakmaya alıştırıldı. Diyorum ki günbatımı romantiktir ancak sen doğuşunu seyretmeyi ihmal etme. Nasıl doğduğunu gör ki nasıl batacağını kestirebilesin. Yaklaştır kulağını bir şey diyeyim, surlar duymasın.
*Bugünlerde buranın firavunları bizim oranınkini aratmıyor. Dil yasak, din yasak; ramazan geliyor, oruç yasak.
Biraz hızlı geçersek yeni bir dünya göreceksin. Soldan sağa, yani kuzeyden güneye uzanıp orta noktada ikiye bölünmüş, eski zaman medeniyetlerinin beşiği burası. Üst kısmın ortası modern dünyanın zalimi oluyor. Kan kaybettiği söyleniyor bugünlerde. Geldiğimiz yer güneşin doğduğu yerdi, burası ise battığı yer. Fark ettin mi, birbirine ne kadar yakın. Bizim oralardan doğuya bakınca daha az önce geçtiğimiz yerleri, batıya bakınca şimdi geldiğimiz noktayı görürsün. Çok yakınlar ama bir o kadar da uzak. Yakınlığı bizim oradan bakınca çok bariz. Yani şöyle, doğu da batı da bize eşit mesafede; biz merkezdeyiz. Her ikisi birden bizi, dinimizi, Müslümanları hedef alınca ne kadar da yakınlar! Birbirlerine düşünce, birbirleri ile çekişince ne kadar uzak!
Devam edelim yine uzun bir deniz, solda çağdaş uygarlığın doğduğu yer, sağda ise çağdaş uygarlığın mağduru bir yer. Beyazların ülkesi versus siyahlarınkisi. Sağdakini tanımlayan en iyi kelime çeşitlilik (diversity), soldakinin sloganı çeşitlilikte birlik (unity in diversity). Sağdakinin madeni, soldakinin bilgisi; soldakinin makinesi, sağdakinin emeği. İlginç, çok ilginç ki sağdaki soldakini hâlâ çok seviyor.
Biraz daha seyredelim. Buradan sonra sağa ve sola baktığında birbirinden güzel çiçeklerle bezeli bahçeler göreceksin. Sütten beyaz, baldan tatlı nehirler. Buz gibi sular ve huzurlu insanlar. Çocuk neşesi ile kuş cıvıltısı birbirine karışmış. Ne oldu, neden şaşırdın? Bilmediğin yerler değil burası. “Aa nasıl olur?” deme. Evet, anlıyorum haklısın daha az önce geçtik buradan. Tamam doğru, henüz birkaç paragraf oldu biliyorum. Ne ara mı yeşillendi buralar? Öyle güzelsin ki ve seni öyle iyi anlıyorum ki ben de inanamamıştım ilkin. Zaman kavramının işleyiş sistemi burada biraz farklı. Hadi toparla kendini buradan sonra yolculuk senin. Ben eşlik edemeyeceğim. Unutma, dünya daima bir değişim ve dönüşüm içinde. Her merhale içinde fırsatlar barındırır. Ufkunu daraltmazsan fırsatları kaçırmazsın.
Âl-i İmran, 140: “Eğer size bir yara dokunduysa; şüphesiz o kavme de o kadar yara dokunmuştur. Hem o günleri Biz, insanlar arasında döndürür dururuz. Bu; Allah’ın iman edenleri belirtmesi ve içinizden şahidler edinmesi içindir. Allah, zalimleri sevmez.”
Muhammet Aksoy
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.