Solun İslam karşıtı propagandası
Yalan ve iftiralarını inanmış gibi ezberler, ardından disipline edip mantığa uydurur ve usta tiyatroculuk deneyimiyle yüzü kızarmadan, heyecanlanmadan o yalan ve iftiraları toplumun bütün kesimleri arasında yayar.
Son yüzyılda İslam dünyasının hangi noktasında İslam karşıtı bir propaganda varsa;
Ya o propagandayı Sol başlatmıştır.
Ya başkaları o propagandayı “ücret” ödeyerek Sol’a yaptırmışlardır.
Ya da Sol, bir ücret koparmayınca gönüllü olarak o propagandanın en önüne geçmiştir.
Burada sözünü ettiğimiz Sol, elbette Avrupa ve Güney Amerika Solu değil, bizzat İslam dünyasında üretilen veya zaman içinde üreyen Soldur.
Sol, propaganda konusunda öylesine kirli, öylesini fütursuz, sınırsız bir topluluktur ki belki bırakın İslam tarihinde, insanlık tarihinde benzeri yoktur.
Yalan ve iftiralarını inanmış gibi ezberler, ardından disipline edip mantığa uydurur ve usta tiyatroculuk deneyimiyle yüzü kızarmadan, heyecanlanmadan o yalan ve iftiraları toplumun bütün kesimleri arasında yayar.
Müslümanlar, 1400 yılı aşkındır her düşmanı yenmeyi başardılar ama bu kirli propagandanın hakkından bir türlü gelemediler. Söz konusu propagandanın kökleri Lenin’e dayanır, dalları ise İslam dünyasının neredeyse her noktasına uzanır. İslam dünyasında bu propagandanın ne yazık ki son zaferlerinden biri Sudan’daki ihtilaldir.
Kökleri Lenin’e Dayanan Bir Propaganda
Sovyetler Birliğinin kurucusu ve sosyalizmin ilk büyük parti sekreteri, Yahudi kökenli Vladimir Lenin, henüz Ekim 1917 Sovyet İhtilali’nden önce Müslümanlara yönelik bir propaganda geliştirdi.
Çarlık Rusya, Ortodoks Hıristiyan bir devletti. Müslümanlar, ihtilafları yüzünden zayıf düşüp ona mağlup olunca onlara sıkıntılar verdi.
Lenin, Müslümanların Çarlık yönetiminden kaynaklı ızdıraplarını suiistimal etti. Henüz Çarlık Rusya yıkılmadan, Ekim 1917 Sovyet İhtilali’nden beş ay önce, Mayıs 1917’de Müslümanların önde gelen isimlerini Moskova’da topladı. “Tüm Rusya Müslüman Kongresi” adı verilen o toplantıda onlara zulümden kurtuluş, özgürlük, geniş kapsamlı otonomi gibi yaldızlı sözler söyledi. Müslümanlar, kendi başlarına bir kurtuluş hareketi geliştiremediklerinden ona inandılar, onun gerçekten onlara özgürlük getireceğini zannettiler.
17 Ekim’de ihtilal yapıldı ama İhtilali yapan Bolşevik Komünistlerin ayakta durup durmayacağı belli değildi. Lenin’in hem Çarlık taraftarlarına hem Batılı güçlere karşı Müslümanların desteğine ihtiyacı vardı. Lenin, İhtilalden beş altı hafta sonra, 24 Kasım 1917’de “Rusya ve Doğu’nun Tüm Müslüman İşçileri”ne;
“Rusya Müslümanları! Camileri ve ibadet yerleri tahrip edilmiş, inançları ve gelenekleri Rusya’nın çarları ve zalimleri tarafından çiğnenmiş olan hepinizin inançları ve uygulamaları, millî ve kültürel kurumları sonsuza dek özgür ve dokunulmazdır. Rusya’nın tüm halklarının hakları gibi haklarınızın devrimin güçlü koruması altında olduğunu bilin!” diye çağrıda bulundu.
Çarlık Rusya’sının zulümleri karşısında hakikaten insanı cezp edecek; ona umut verecek sözler…
Lenin, pratikte de bazı adımlar attı; Semerkand Mushafı’nı Müslümanlara iade etti, Cedidciler olarak bilinen yenilikçilere ve Müslüman Sosyalistlere idarede yer verdi; Cuma gününü Orta Asya’da yasal tatil ilan etti.
Dıştan bakıldığında Müslümanların Çarlık Rusya’sından iki yüzyıldır çektikleri acılar kısmen olsa bitmiş, eski Çarlık coğrafyasında Müslümanlar için müreffeh bir dönem başlamıştı.
Oysa aynı günlerde, Kurtuluş Savaşı’nın Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir’e gelen raporlarda Sovyet sınırları içinde kalan Müslümanlardan üzücü haberler geliyordu: Sosyalistler, köylere gidip kadınların başlarını zorla açtırıyorlardı. Çalışma alanlarında kadın ve erkekleri aynı hamamda ve çıplak yıkanmaya zorluyorlardı, erkek ve kadınlar için ayrı tuvaletler açmayı reddedip Müslümanları en hassas oldukları noktadan, hayâdan vuruyorlardı. Hayâsını kaybedenin imanını koruyamayacağından hareketle hayâ karşıtı bir savaş yürütüyorlardı.
Lenin, bunları dünya Müslümanlarından ustalıkla saklayarak Eylül 1920’de Bakü’de “Bakü I. Doğu Halkları Kurultayı” diye bir kurultay topladı. Kurultay, bütün kesimler için yapılmışsa da henüz Kurtuluş Savaşı veren Anadolu da dahil özellikle Müslümanlara yönelik yapılmıştı.
İşte o kurultayın, Temmuz 1920’de yayımlanan çağrı belgesi, tam bir propaganda örneğidir. Belgede Bolşevik Komünistler, her Müslüman kesime hoşlanacakları bir dille sesleniyorlardı. Örneğin, Türkleri emperyalizme karşı verdikleri mücadele için tebrik ediyorlardı. Ama Arapları da artık Osmanlı Sultanı tarafından yönetilmeyecekleri için tebrik ediyorlar ve her iki kesimi de Sovyetlerin adaletine sığınmaya davet ediyorlardı.
Lenin’in ölümünün ardından ise Sovyetlerin başına Josef Stalin geçti. Adından anlaşılacağı üzere Stalin, bir Yahudiydi, üstelik Gürcüce konuşan bir Kafkasya Yahudisiydi. Yıllar yılı Müslümanların iyiliğini görüp onlara ihanet eden kesimlerden bir Yahudi…
Stalin, bütün dinlerden nefret ediyordu. Ama en çok İslam’dan nefret ediyordu. Stalin, bütün Müslümanlardan nefret ediyordu. Ama en çok, daima cihadı sürdürmüş ve tasavvuf sayesinde teşkilatlı kalıp kendilerini korumuş Türk, Kürt ve Çeçen Kafkas Müslümanlarından nefret ediyordu.
Çarlık döneminde Müslümanların köylerine, camilerinin yanı başına meyhane açmak, Müslüman gençleri içki ve fuhuşa alıştırarak onların Ruslara karşı avantajlı yanlarını imha etmek bilinen yöntemlerdi.
Stalin, işbaşına geçtikten sonra ne cami bıraktı ne genç… Camileri depolara dönüştürürken binlerce Müslüman genci katletti. Kafkasya’da İslamî kimliklerini korumakta direnen Türk, Kürt ve Çeçenleri Orta Asyalara sürdü; on binlerce insan, göç yollarında hayatını kaybetti.
“Biz, size özgürlük getireceğiz!” diye yıllar yılı propaganda yapan Bolşevikler, Müslümanların insicamını böylece darmadağın ettikten sonra, öylesine bir program sürdürdüler ki Rusya Federasyonu Müslümanları bir yana, ilim ve irfan dergâhı Buhara ve Semerkant’ta dahi cenazeleri gömecek imam bulunamadı. Cenaze törenlerine duyulan hasret; romanlara, hikâyelere konu oldu.
Sovyet Rusya dışında ise Stalin, İslam dünyasındaki İslam karşıtı her zulmü destekledi ve “İsrail’in babası” unvanını alan politikacılar arasında yer alacak kadar İslam dünyasına karşı nefretini ileri bir boyuta taşıdı.
Buraya kadar anlattıklarımız, Sol propagandanın ve Sol gerçeğinin tohumu, çekirdeği, yüzyıllık özü gibidir. Bu öz, Solun İslam dünyasındaki bütün hikâyesini anlatmaktadır.
İslam Dünyasında Sol Propaganda
Sol, Batıcılığın en uç akımı kabul edilmelidir. Dolayısıyla Batı’nın bütün karakteristik özelliklerine sahiptir. Batı ise İslam dünyasına karşı doğrudan bir savaşı asla kazanamayacağına inanmış ve en azından son iki yüzyılda hep ikiyüzlü bir yaklaşım içinde olmuştur.
İslam dünyası Solu da diğer coğrafyaların çoğunun aksine hiçbir zaman, kitleler huzurunda, doğrudan İslam’a saldıramadı ve aynı zamanda bu tür saldırılarını hep kısıtlı tuttu. Buna karşı sınırsız bir ikiyüzlülük ve sahtekârlık içinde İslam’la savaştı.
Hiçbir Komünist yazar çizer, bir Müslüman düşünürle halkın önünde tartışmaya yanaşamadı. Hatta hiçbir Komünist militan da az çok şuur sahibi bir Müslümanla karşılaşmayı göze alamadı. Buna karşı Sol, sıradan Müslümanların aklını çelerek onları kendi tarafına çekme ve bu yolla şuurlu Müslümanları kendi öz yurtlarında yalnızlaştırma projelerini başarıyla uyguladı. Bu projelerde münafıklığı kimlik edindi. Bu kapsamda Müslümanları demir tarakların arasına atan Saddam Hüseyin, kanıyla Kur’an-ı Kerim nüshası çoğalttı. Müslüman gençleri Ramazan ayında, iftar saatinde dar ağacına asan Muammer Kaddafi, konuşmalarını Kur’an-ı Kerim ayetleri ile süsledi. İşkencelerin, katliamların adamı Hafız Esad, kameralar önünde Cuma namazlarına gitti. Fırsat bulduğunda komünler kuran PKK, “din adamları” dernekleri kurdu, televizyonlarında vaaz yayınladı.
Bu kapsamda Sol propagandanın İslam dünyasındaki faaliyetlerini şu maddeler altında toplamak mümkündür:
1.Sol; Sovyetler, Çin ve Arnavutluk gibi ülkelerde zindanlarının taştığını, buralarda insan canının hiçbir değer taşımadığını, zindanlarda yer kalmadı diye insanların kurşunlara dizildiğine bile bile bu ülkeleri onlarca yıl birer özgürlük yurdu gibi tanıttı. Oralardaki esareti hürriyet diye anlattı, gençleri, işçileri, köylüleri o uydurma hürriyet üzerinden etkiledi.
2.Sol, aileleriyle arasına eğitim ve diğer etkenler yüzünden mesafe girmiş, İslam hakkındaki bilgisi kısıtlı gençlerin yanında doğrudan İslam düşmanlığı yaparak onları ateistleştirdi. Yalnızlık ve cehaletlerini aleyhlerine kullanıp onları dinsiz bir militan yaptı. Sol, o gençlere ulaşmakta fuhuşu araçlaştırmaktan, ilk günden bir av silahı olarak kullanmaktan da geri durmadı.
3.Sol, kitleler karşısında “Hz. Peygamber, tarihin en büyük devrimcisidir. En hakiki Müslüman biziz!” gibi aldatıcı sözlerle konuştu; kendisiyle kitleler arasında İslamî sözler üzerinden kapı açtı. Ama o kapıdan içeri girince ailelerin çocuk ve gençlerini, kadınlarını aldattı, yoldan çıkardı.
Mısır diktatörü Cemal Abdunnasır, kendisini ayetlerle anlatıyor; sözlerine Kur’an’la başlıyordu. Ama Kur’an müfessiri Seyyid Kutub’u idam etti ve on binlerce Arap gencinin Kur’an’dan kopmasına yol açtı.
4.Sol; enternasyonal, dolayısıyla milliyetçilikten uzak olduğu hâlde, Türkçülük, Arapçılık, Farsçılık, Kürtçülük yaparak kitleleri etkiledi, ardından onları millî kültürlerinden uzaklaştırma projesine tabi tuttu. Halkları, yalanla aldatıp saptırdı.
5.Sol, dar bir çevreye ulaşan yayın organlarında İslam’a doğrudan saldırdı. İslam’a saldıran her tür yayını da destekledi. Kitlelere açık yayınlarda ise İslam’ı değil, Müslümanları hedef alarak İslam’ı Müslümansız bırakma Masonik projesinin içinde yer aldı.
Bu kapsamda, “sahte dindar, yobaz din adamı, faşist İslamcı” gibi söylemlerle ve sistematik bir yapı içinde İslamî şahsiyet ve camiaları peyderpey yıprattı. Toplumda “İyi Müslüman yoktur” algısı oluşturdu. Gerçekte bu algı, onların zihinlerinin arka planında yer alan “Din çağı geçti!” teorisine sahada uygulanmasına dayanıyordu.
6.Sol, en itibarlı Müslümanlara en ağır iftiraları attı. “Çamur at, izi kalsın!” mantığıyla bu doğrultuda hiçbir iftiradan çekinmedi.
Örneğin, bütün İslam dünyasında İslamî kesimleri hakim rejimlere şikayet ederek işkenceye aldırmak Sol’un klasik bir yöntemidir. Buna karşı İslamî kesimler, Solu asla hakim rejimlere şikayet etmediler. Buna rağmen Sol, İslam dünyasının pek çok yerinde dindarları “işbirlikçi” diye fişleyip halkın gözünde karaladı. Hakikatte ise bu onların teorilerindeki “Din faşizmdir!” önyargısının sahaya körü körüne uygulanmasından ibaretti.
Sol, bu önyargıda haddini öylesine aştı ki İhvan-ı Müslimin’in İngilizler; Filistin kolu HAMAS’ın haşa İsrail tarafından kurulduğunu bile söyledi ki insanlık tarihinde böylesine çukur bir propaganda görülmüş değildir.
7.Sol, Bosna-Hersek Savaşı dahil İslam dünyasındaki bütün İslamî özgürlük hareketlerini emperyalizmin desteğindeki, gerici bir çıkış olarak anlattı. Nerede İslamî bir kurtuluş hareketi varsa onun karşısında yer aldı ve onun aleyhinde argüman üretti. Örneğin Kaddafi gibi Öcalan da Tunus diktatörü de Sırp yanlısıydılar, Sırp katliamlarını fütursuzca desteklediler.
8.Sol, son dönemde liberal dünya ile ilişkilerini artırarak Soros Vakfı’nın çalışanına dönüştü. Bunun için özgürlük adı altında ahlaksızlık propagandası yapıyor, ahlaksızlığı “insani eğilim, doğuştan gelen istek” gibi etiketler altında meşrulaştırıyor.
Solun son dönem propagandasının en çukur yanlarından biri ise fahişelerin “azize” ilan edilmesidir. Sol, farklı sebeplerle asayişsizliğe konu olup canına kast edilen her tür kadını sadece zulme uğramış kişiler değil, aynı zamanda “örnek birer insan” diye bayraklaştırıyor, fuhuşu dünyanın hiçbir toplumunda görülmemiş bir şekilde kutsallaştırıyor. Hakikatte Sol, etnik yapılar, gençler, işçiler, köylüler gibi geniş toplum kesimlerini suiistimal ederek ulaşamadığı ifsat emellerine bugün kadınları alet ederek ulaşmaya çalışıyor, kadınların mağduriyetini kullanıyor.
9.Sol, dindarlara dayanan bütün iktidarları yolsuzlukla itham ediyor. En büyük yolsuzluğun emperyalizm yanlılığı olduğunun üzerini örtüyor. Solcu rejimlerin taş üzerine taş koymadıklarını göz ardı ediyor.
Örneğin Sol, Sudan’da General el-Beşir aleyhine sürekli yolsuzluk propagandası yaptı. Oysa el-Beşir döneminde Sudan halkı en azından Sudan’ın korkunç kıtlık süreçlerinden kurtuldu ve bugün Sudan, yeniden o günlere dönmek üzeredir.
Solun kendini yolsuzluk karşıtı gösterip iktidarı ele geçirme projesinde Sudan’da bütün İslam alemi için ibretler vardır. Zira bir an olsun gaflete düşen her insanın aklını çelebilecek bu şeytani propaganda hakikaten sonuç veriyor. Sudan’da yolsuzluğu bitireceğim diyen Sol, laikliği getirdi. Onlara kanan Sudan halkı ise İslamî vakıflar olmasa eski açlık günlerine dönecek.
Son not olarak; bugüne kadar yaşanmış olanlarla sabittir: İslam dünyasında kim, Solun propagandasına herhangi bir şekilde destek vermişse yüce Allah, ceza olarak onları Solun propagandası ile yüz yüze bırakmıştır.
Rabbim, İslam düşmanlarını zelil, İslam dostlarını ilelebet aziz kılsın inşaallah…
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.