Dr. Abdulkadir TURAN
Suriye'de 'zulme bahane bulmak'
Suriye problemi, beş yıllık değil, yüz yıllık değil, bin dört yüz yıllık bir problemdir. Batı, hiçbir zaman İslam'ın Suriye'deki varlığını kabullenmedi. Kudüs yolu üzerinde olan ve Akdeniz sahilinde bulunan bu ülkeyi hem medeniyet hem coğrafya açısından kendisine ait gördü.
Bizans'tan Haçlılara, Haçlılardan modern Avrupa'ya fırsatını bulan her Batılı güç, Suriye'de yer edinmenin hayallerini kurdu. Buraya yerleştiğinde buradan ayrılmamak için bütün olanaklarını kullandı.
Son Suriye iç savaşı, Batı'ya bir kez daha Suriye'ye fiili olarak girme imkânı verdi. Gelinen noktada hepimiz merak ediyoruz: Batı, burada ne istiyor? Batı'nın buradaki en büyük isteği, burada fiili olarak kalacağı ortamı oluşturmaktır. İslam âlemi, israil'i Filistin'den kovmamışken Irak, Amerika'ya açıldı. Amerika, Irak'ı terk ediyor, derken Rusya'dan sonra Suriye'ye gelip yerleşti:
1. Amerika ve Rusya, Suriye'de, Batı'nın güdümündeki seküler bir rejimin devamı konusunda ittifak içindeler.
2. Amerika ve Rusya, Suriye'de seküler bir rejimin mevcut durumda Esad olmadan mümkün olmadığını düşünüyorlar.
3. Amerika ve Rusya, Suriye'deki seküler rejimin israil'in varlığını tehdit edecek boyutta bir israil karşıtlığının kaynağı olmadığından emindirler.
4. Amerika ve Rusya, bölünmüş bir Suriye'yi buradaki varlıklarına imkân verecekse bölünmemiş bir Suriye'ye tercih ediyorlar.
5. Amerika ve Rusya, burada bulunmalarını tehlikeye düşürecekse Suriye'nin bölünmesinden asla rahatsız olmazlar.
6. Amerika ve Rusya, Türkiye'nin kalıcı sonuçlar doğuracak şekilde Suriye'ye müdahale etmesinden rahatsız oluyorlar. Zira Türkiye'nin buradaki bağları ve tarihi varlığının Türkiye'yi Suriye üzerinde tahakküm kurma sürecine götürecek potansiyele sahip olduğuna inanıyorlar.
7. Amerika ve Rusya, Suriye'deki katliamları ve insan kayıplarını ancak Suriye'deki planlarını teşhir etme veya bozma noktasına taşıdığında önemsiyorlar.
8. Amerika ve Rusya, Suriye'de Kürtlerin durumunu ancak Suriye ile ilgili planlarında iş gördüğünde üzerinde durulmaya değer buluyorlar.
9. Amerika ve Rusya, niteliği ne olursa olsun, Suriye'de İslamî bir sistemin inşasını istemiyorlar.
10. Amerika ve Rusya, Suriye'de kurulacak İslamî veya sadece dini duyarlılığı olan bir sistemin bile eninde sonunda kendi çıkarlarını ve israil'in varlığını tehlikeye düşüreceğini düşünüyorlar.
Bu ortak noktalara karşı Amerika ve Rusya'nın Suriye konusunda üzerinde ittifak etmedikleri tek konu, kendilerinden herhangi birinin tek başına Suriye'ye hâkim olmasıdır. İki güç de böyle bir durumu, II. Dünya Savaşı sonrasında Irak ve Suriye'de Batı ülkeleri açısından oluşturulan dengeye aykırı buluyorlar.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Irak ve Suriye'de sistem, Batı'nın 19. Yüzyıldaki tespitleriyle, İslam'a karşı en etkili güç olarak gördüğü seküler milliyetçilik ortak paydası üzerine oturtulmuş. Her iki ülkede de başa kim gelirse gelsin, seküler milliyetçilik iktidar olduğu sürece Batı burada iktidar sayılır. Bunun için Batı, bütün unsurları ile buradaki seküler milliyetçi yapıyı ayakta tutmak için çalışmış, buna karşı gelişen hareketlerle açık veya gizli mücadele etmiştir.
Zira sekülerizm, burada İslam'ı zayıflatan ve Batı'ya bağlılığı kolaylaştıran bir unsur olarak işlev görürken milliyetçilik, sekülerizmin sürdürülmesinde araçsal bir işlev üstlenmiş, bununla birlikte israil'e karşı oluşacak İslamî bir muhalefeti engelleme gibi hayati bir rol da oynamıştır.
Hakikatte fert anlamında durum ne olursa olsun, içinde bulunduğu yapıyla birlikte hiçbir seküler Arap milliyetçisi israil'in varlığını tehlikeye düşüren bir konumda olmamıştır. Ne Abdünnasır ne Baasçılar… Hepsi israil'in varlığını tehlikeye düşürecek akımları sindirmek, yok etmek ve bununla birlikte israil karşıtlığını kendi tekellerine alıp etkisizleştirmek gibi ağır bir vazifeyi de yerine getirmişlerdir.
Batı, Irak ve Suriye'de BAAS üzerinden istediği dengeyi buluncaya kadar burayı yönetim açısından istikrarsız tuttu. BAAS, buralarda hâkim olduktan sonra Batı, bu partinin iktidardan uzaklaşmaması için olanaklarını seferber etti. Irak'ta Saddam'ın devrilmesi kaçınılmaz olduğu hâlde ve Irak, Batı'nın başka bir projesine hizmet etme potansiyeline sahip olmasına rağmen, bugün Batı, neredeyse bütün unsurları ile Saddam'ı devirmekten pişman görünüyor. Bu pişmanlık Avrupa veya Amerika, Batı kamuoyunda bu kadar gündemdeyken Batı'nın Esad'ın devrilmesini istemesi mümkün görünmemektedir. Batı'nın onun devrilmesini istemesi, ancak onun başında bulunduğu BAAS rejiminin Suriye'deki fonksiyonunu sürdürecek yeni bir yapının bulunması ya da Suriye'de Irak'ta olduğu gibi İslam dünyasını sürekli çatışma içinde gösterecek bir yapının kurulması gerekiyor. Batı, şu anda Esad'dan başka, iki potansiyelden birine sahip bir Suriye gücünü meydanda görmüyor.
Neydi Irak ve Suriye'deki Batı açısından denge sistemi? Irak, sosyalist ve milliyetçi yapısıyla İngiltere ve Amerika'ya yakındı. Saddam, doğrudan İngiltere ve Amerika ile çalışıyordu. Ama bununla birlikte Saddam, hiçbir zaman Rusya'nın çıkarlarını da göz ardı etmiyordu. Kendi halkını katletmek için silah ararken bir kısmını İngiliz-Amerikan-Fransız kampından alacaksa diğer kısmını Rusya'dan alıyor, böylece Irak gelirinin bir kısmını halkını imha etmede kullanırken Rusya'ya akıtmış oluyordu.
Suriye'deki sosyalist ve milliyetçi rejim ise Rusya ile yakın bağlara sahipti ama stratejik de olsa bu yoksul ülke, Fransa ve İspanya üzerinden Batı'nın sağ blokuyla ilişkilerini sürdürüyor; ithalatında Fransa'ya önemli bir pay ayırıyor, İspanya ile de sıcak temaslar kuruyordu.
Irak'tan Batı'ya; Suriye'den kuzeydoğuya kesişen bu çapraz yapı, Batı'yı bütün unsurlarıyla az çok tatmin ediyordu. Bunun için her iki rejimin de kendi muhaliflerine karşı en ağır katliamları, Batı'nın ikiyüzlülüğünü teşhir edecek boyutlara ulaşsa bile Batı rejimleri tarafından tahammül edilebilir bulunuyordu. Ne Saddam ne Hafız Esad, Halepçe'deki, Güney Irak'taki ya da Hama'daki katliamlardan dolayı Batı tarafından kınandı. Ne Rusya ne Amerika bu katliamları gerekçe gösterip bu rejimlerle ilişkilerini sınırlandırdı. Aksine her iki güç de onların katliamlarına silah sağladı, işkencehanelerinde onlara yol gösterdi.
Irak'ta denge, Rusya'nın aleyhine, Amerika'nın lehine bozuldu. Rusya, buradaki kaybını dolaylı olarak telafi yolu ararken kendi sahasına ayrılan Suriye'yi kaybetmeye hiç de istekli değil. Batı, Rusya'nın zayıflamış olsa bile bu hassasiyetine uzun süre saygı duyuyor göründü. Ama Rusya'nın Suriye'yi kendi sahasında tutma kabiliyetinin tükendiğini anladığı an, Suriye'ye bizzat müdahale etti. Adeta Rusya, burada başarısız olsun diye ortam oluşturdu ve bu ortamı bulduğu an gelip Suriye'ye kondu.
Resim, bu şekilde iken Suriye'deki bütün insan kayıpları İslam âlemine aittir. Öldürülen her kim ise İslam aleminin kütüğünden silinmektedir. Burada göç eden de hangi kesimden olursa olsun Müslümanları dünya önünde rencide edecek manzaralara yol açmaktadır.
Batı, açısından burada can kaybı ve göç açısından yaşananlar nihayetinde bir tiyatro kadar önemlidir. Batı'nın bu tiyatro karşısındaki duyarsız, vicdansız tavrını anlamak mümkündür. Ama Müslümanların Müslümana yapılan zulme, Müslümanlara yönelik tehcire, Müslümanlara yönelik katliamlara bahane bulmaları, burada Batı'nın organize ettiği oyunun üst kümesi içinde alt bir küme olarak katliamları kimden gelirse gelsin mazur görmeleri, katliamı yapan bu alt kümede tuttukları tarafı ise alkışlamaları, karşı durdukları tarafı ise kınamaları herhalde ancak kıyametin, kaynaklarda geçmeyen alametleri arasında görülmesi gerekir. Bir de sulha çağıranlarının iki tarafça da tarafgirlikle suçlanması vehameti var ki insan ancak Allah şifa versin, demek durumunda kalıyor.
Bu savaşın bir an önce bitmesi ve emperyalistlerin buradan uzaklaşması, öncelikle Suriye halkının, sonra bütün İslam âleminin ve uluslararası güçlerin vahşetine ortak olmayan bütün insanlığın yararınadır.
Bugün bunu istemekten daha maslahata uygun bir tavır yoktur. Bu tavrın icra olması ise ancak tarafların birbirlerinin varlığına tahammül etmelerine, birbirlerini Suriye'nin birer gerçeği olarak görmelerine ve bir arada olurlarsa güçlü olacaklarına inanmaları ile mümkündür.
Unutmamak gerekir ki İslam âlemi, burada Haçlıları bitirdi, Moğolları bitirdi ama Lübnan dağlarında bunlarla işbirliği yapan Haşhaşî-Durzî-Nusayrî unsurları bitiremedi. Onların varlığına katlanmak durumunda kaldı. Buna karşı Haşhaşîler-Dürzîler ve Nusayriler eninde sonunda, dış güçlerle işbirliğinin uzun süre onların çıkarına olmadığını felaketler ağırlaştıkça dönem dönem anladılar.
Suriye'de anormal bir durum vardır. Suriye'deki Nusayrî unsurlar, yıllardır devam eden mevcut durumun anormal olduğunu kabullenmek ve kendileri için geçmişte olduğu gibi kabul edilebilir bir alan açılması şartı ile sulhu kabullenmek, Suriye'nin çoğunluğu da bu sulhu yeterli görmek durumundadır.
Bugün, buna hep birlikte ihtiyacımız vardır. Bundan ötesi, bu katliamların sürdürülmesinden ve uluslararası güçlerin bizleri kullanarak bizim kanımızın akıtılmasını daha keyifle seyretmesinden başka bir anlam taşımıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.