Dr. Abdulkadir TURAN
Türkiye artık seçim sürecinde
2019'da birden çok seçim bir arada yapılacak. Ancak asıl dikkatler Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinde.
Cumhurbaşkanlığı seçim süreci çoktan başladı. Süreci başlatan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la MHP Genel başkanı Devlet Bahçeli arasındaki görüşme değil; CHP'yi önünde gösteren ama CHP ötesi bir güçtür.
PKK'nin “militan eğitiminde” sosyalist kalıp “siyasette” liberal sola kaymasında önemli bir payı olan ve 15 Temmuz darbe girişimini yapanlara yakın durduğu hâlde, “liberal” kimliği ve dış bağlantıları ile soruşturma dışı kalan bir gazeteci sözü hiç dolandırmadan “Türkiye'nin bir numaralı sorunu Erdoğan'dır!” deyip Abdullah Gül'den medet umuyor.
Abdullah Gül vurgusu, söz konusu güç için işin sadece bir yönü. Erdoğan'a oy vereceğini düşündüğü yapıyı “bölme-yıpratma (küçültme-itibarsızlaştırma”; ona karşı cepheyi ise “buluşturma-arındırma (büyütme-itibar kazandırma)” stratejisi üzerinden yol alıyor.
Titizlikle çalışan cephenin en önünde askeri bir ifadeyle bir dönem “Türk basınının amiral gemisi” denen gazete ve onun bağlı olduğu yayın grubu vardır.
Dikkatler siyaset üzerinde olsa da cephe siyasi bölünmeden umutsuzdur; Gül haberleri ve Meral Akşener methiyeleri ile sadece “ne koparsak kâr” derdinde. Zira Erdoğan'ın karşısında Gül yok. Akşener'in ise hâli parlak değil.
Cephenin asıl umudu, “yıpratma-itibarsızlaştırma” tarafında, üstelik dikkat çekilmek istenen “rüşvet, yolsuzluk” değil, zira bu sahaya açılınca “tencere dibin kara…” misaline dönüyor iş. Üstelik o tür ataklar, seçimlerin son günlerine bırakılır genellikle.
Bugün için cephenin asıl odaklandığı nokta “değerler”dir. Kelimenin tam anlamıyla değerlere karşı savaş açılmış durumda. En önde aile ve İmam Hatip Liseleri vardır.
“Amiral gemi”sinin öncülüğünde buram buram G. Fuller kokan bir kampanya ile buluğ çağına eren gençlerin evlenme hakkı üzerinden aile vuruluyor. Tek dertleri Müslümanların “buluğ çağına erenin (biyolojik olarak evlenme çağına gelenin) evlenme, rüşt çağına erenin kendini velisiz idare hakkı vardır” inancını değiştirmekmiş gibi görünüyor. Oysa maksat üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir.
Kadın cinayetleri meselesi de aynı noktadan yol alıyor. Değerlerine sahip bir Türkiye'de istisna olan vakalar, değerlerinden uzaklaşan bir Türkiye'de ayyuka çıkmış ve bu yer yer cinayetlerle sonuçlanırken sorun “ustaca/Masonik” bir çarpıtmayla Türkiye'nin değerlerine dönmesinden kaynaklı gibi gösteriliyor.
İmam Hatip okullarına rağbet artıyor, bu rağbet henüz yapılandırma aşamasında olduğundan bu okullarda kimi sorunlar yaşanabiliyor. Bu okullara uyum sağlamayan kişilerden kaynaklı bu sorunlar, bu okulların karakteri, onlardaki eğitimin tabii bir neticesi gibi teşhir ediliyor.
“İslamcılık karşıtlığı yapan” ve aslında medya literatüründe “dönek” denen kimi kimseler de onların karşısına geçip “Evet efendim, bunların kusuru çok!” demeye kalkışıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı da bir hutbe ile bu tutumu adeta pekiştiriyor. Kimseye hakaret etmeden “Sorunumuz evlenenler değil; aileyi dağıtanlardır” bile diyemiyor.
Derken surlarda gedikler açılıyor. İtibar sahibi dindar insan, siyasette nereyi güçlü bulsa oraya atılan bir kısım sağcı kapitalistin rüşvet ve yolsuzluk pisliğinin yükünü çektiği gibi bir de her gün fiili hakaretlere maruz kalıyor.
Seçim süreci böyle yönetilmez. Bu iş tek başına tepeden ittifaklarla da yol almaz. Her yolu meşru bilen bu cepheye karşı duruş, İslam'ın değerlerine sahiplenmek ve İslam'ın görünümü olan dindar insana değer vermekle mümkündür.
İslam'ın değerlerine sahip çıkmanın göz ardı edildiği, dindar insanın durumunun ise bir kısım memurun vicdanına bırakılarak “güvenlik soruşturma”larına dahi konu edinildiği, 28 Şubat mağdurlarının mağduriyetlerinin hâlâ giderilmediği bir ortam, karşı cepheye seçim kazandırmasa da onlara “Seçimlere hile karıştırıldı” kozunu verecek kadar olumsuzdur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.