"Türkiye Barışını Arıyor"

"Türkiye Barışını Arıyor"

Mardin'de düzenlenen "Barışın Dili: Türkiye Barışını Arıyor" başlıklı panelin sonuç bildirgesi açıklandı. Ergenekon sürecinde soruşturmaların ve kovuşturmaların "Fırat'ın ötesine" geçmediğinin altı çizilen raporda, dikkat çekici genel önerilen sıralandı.

MARDİN - Mardin Artuklu Üniversitesi ev sahipliğinde gerçekleştirilen ve Sosyolog Prof. Dr. Doğu Ergil'in öncülüğünde organize edilen “Barışın Dili: Türkiye Barışını Arıyor” panelin sonuç raporu açıklandı.

 

Savaştan anlaşmaya giden süreçte bir arada yaşamanın ve kültürel, etnik ve siyasi farklılıkların bağdaştırılması hem hükümet hem de toplum için önemli bir sorumluluk içerdiği belirtilen raporda, “Bu nedenle sorunun, sorunlular tarafından ortak bir tanıma kavuşturulması ve çözüm sürecinde ortaklığın sağlanması için demokratik diyalogun başlaması gerekiyordu.” denildi.

 

Genel öneriler

Raporda genel önerilen şöyle sıralandı: “-Kürt sorununa yönelik devletin başlatmış olduğu girişim takdire şayandır. Ancak bu girişimin sadece ‘Kürt sorunu’ olarak algılanması, özellikle PKK’nın sonlandırılması olarak anlaşılması meseleyi hafife almak ve hedefi kaçırmak anlamına gelmektedir. Başka dinsel ve etnik kümeler kadar mütedeyyinler de farklı derecelerde de mağdur olmuşlar ve dışlanmışlardır. Bu algı bölgede kuvvetlidir. Bölgeden başlamak üzere tüm ülkede var olan dini cemaat ve etnik gruplar, barış veya çözüm sürecine dâhil edilmelidir.

- Devletin Kürtlere yönelik ‘inkâr ve imha’ politikasından şikâyet eden PKK’nin maalesef aynı politikayı kendisini desteklemeyenlere uygulamaktadır. Bu tavır son bulmalıdır.

-Devletin/hükümetin yanlış uygulamaları yüzünden maruz kaldıkları acılar ve kayıplar nedeniyle Kürtlerden resmen özür dilenmelidir.

-Demokratikleşme ve çözüm süreci konusunda cesaretli adımlar atılmıştır. Ancak işleyiş şeffaf değildir. Bu aşamadan sonra müzakerelerin yönetimi uzman bir gözlemci heyete bırakılmalı; sürecin her aşaması, kamuoyunun bilgisine sunulmalıdır.

-Genel olarak siyasette, özel olarak çözüm sürecinde kullanılan dile özen gösterilmelidir. İtham edici, düşmanlaştırıcı ve nefret içeren ifadeler sürece zarar vermektedir. Barış önce dilde başlamalıdır. Bütün kesimleri kucaklayan barışın dili yerine, herkesi bir ölçüde ötekileştiren nefretin dilinden sakınılması elzemdir.

-Çözüm sürecinde her şey konuşulmalı, tabular olmamalıdır. Kürtlerin gerek federatif, gerekse konfederatif yapı konusundaki önerileri kapalı kapılar ardında değil, açıkça dile getirilmelidir. Zaten Kürtler gerçekten ayrılmak isteselerdi bunu gerçekleştirebilecek mücadeleye girmekten sakınmazlardı. O nedenle bu kuşkucu ve özgür müzakere ortamını sınırlandıran duruştan uzak durulmalıdır.

-Ortadoğu coğrafyasında bütün halkların/ulusların birbirine zulmettiği; zalimin mazlum, mazlumun da zalim haline geldiği görülmüştür. Artık, rekabet, düşmanlık ve kendi çıkarı ve varlığı için diğerini yok etmek alışkanlığından vaz geçilmelidir. ‘Yaşat ki yaşa; yücelt ki yücel’ anlayışı ile işbirliği ve ortaklık kültürünün yaygınlaştırılması gerekir. Ortaklık kültürünün yerleşmesi için yaşamın her alanında; ekonomide, sosyal yaşamda aklı ve kolektif ruhu harekete geçirmek için işbirliği yolları aranmalı ve bulunmalıdır. Çatışmanın kimseye yararı yoktur.

-Kürt sorununun çözümü için önce gerçekler halka anlatılmalıdır. ‘Doğu’da olan biteni ‘Batı’daki vatandaş bilmemektedir. O nedenle Batı, çözüm için atılacak adımlara psikolojik olarak hazırlanmalıdır. Söz konusu hamle, her şeyden önce geniş çaplı bir halkla ilişkiler kampanyası gerektirmedir. Toplumun direnen kesimlerinin kaygı ve korkuları giderilmelidir. Başka bir deyişle, bir kesimin kazancı, diğer kesimin kaybı olarak algılanmamalıdır. “Çözüm” ile toplumun bütün kesimlerinin kazanacağı, özlenen barışın ancak ulusal ortaklık ile kurulacağı anlatılmalıdır.

-Çözüm sürecinin hukuki alt-yapısını oluşturacak olan demokratik, çoğulcu ve toplum üzerinde devlet vesayetini sonlandıracak olan bir anayasadır. Tanımlandığı gibi bir anayasa, toplumsal barışın da belgesi olacaktır. Bu sürenin uzaması, barış/çözüm sürecini geciktirmekle kalmamakta, devam eden vesayet kurumları ve hukuku, yeni bir vasinin durumdan vazife çıkarmasına fırsat sunmaktadır.

Yeni anayasa, toplumsal çeşitliliği olağan bir tarihsel olgu olarak görmeli; var olan tüm etnik, dinsel, kültürel kimlikleri hukuksal güvenceye kavuşturmalı, yasa önünde eşitlemelidir. Bu yapıldığı takdirde dışlandığını iddia eden kimlik grupları, hakları için aşırı yöntemlere başvurmayacaklar ve siyaseti hukuk sınırları dışında zorlamayacaklardır.

Toplumsal barışın belgesi olması gereken şimdiki anayasa bunu gerçekleştiremiyorsa -ki gerçekleştiremiyor- yenilenirken, milleti oluşturan bütün paydaşların katılımı sağlanmalıdır. Yeni anayasada Misak-ı Milli anlayışı, misak-ı insani vurgusuyla yurttaşlar- arası bir uzlaşma belgesine dönüştürülmelidir. Bunun yapılmaması veya geciktirilmesi beklenen istikrarın sağlanmasını zorlaştıracaktır.

-Güvenlik anlayışı değişmeli ve sadece zorla sağlanan güvenlik uygulamaları yerini adalet, eğitim, istihdam, sağlık ve yeterli asgari gelir gibi insani güvenlik önlemlerine bırakmalıdır. Biz genellikle 4 Haziran 1989 yılında Çin’in Pekin kentinde ayaklanan gençlerin gösteri yaptıkları Tiananmen Meydanı’nda tankın önüne çıkıp ona yolunu değiştiren eylemciyi yücelttik. Oysa eylemi bastırmak emrini alan ama o dev savaş makinasını durdurup, eylemci genci ezmeyen/vurmayan askerin yüce gönüllüğünü ve insan sevgisini kutlamadık. İşte yapılması gereken budur. Gerek ordu mensupları, gerekse “isyancı” olarak nitelenen yerel silahlı milisler, insan sevgisine, yurttaş saygısına dayanan bir güvenlik anlayışıyla hareket etmelidirler.

-Acilen ‘güven arttırıcı önlemlere’ ihtiyaç vardır. Bu önlemler siyasete alan açacaktır.”

 

“PKK, Hizbullah ve Hizmet Hareketi’nin ne birbirleriyle ne de devletle çatışması yarar sağlar.” denilen Raporda, “Bu nedenle her grup kendi pozisyonlarını demokrasi ve çoğulculuk açısında yeniden tanımlamalıdır. Devlet/hükümet, taraf tutmadan bu grupları uzlaştırmaya çalışmalıdır. Diyanet, barış sürecinde önemli bir rol oynayabilecekken şu ana kadar üzerine düşeni yapmadığı kanısı hâkimdir. Kürtçe hutbe ve vaaz verilmemektedir çünkü bu konuda yasal düzenleme eksikliği vardır. Diğer yandan, tekçilik zihniyeti, mezheplere de yansımıştır. Kürtlerin yüzde 90’ının Şafii olmasına karşın bu grup Diyanet’te ağırlığı oranında temsil edilmemektedir. Diyanetin kaynaklarında İmam-ı Şafii için yapılan değerlendirmeler nesnel değildir.” denildi.

 

Temel haklar

Ergenekon sürecinde soruşturmaların ve kovuşturmaların “Fırat’ın ötesine” geçmediğine dikkat çekilen raporda, “Geçmeli ve bu yörede işlenen suçlar ve yapılan sistematik haksızlıklar tespit edilerek giderilmeli. Anadilinin yargılama sürecine dâhil edilmemesi, ciddi sorunlara ve hak ihlallerine yol açmıştır. Bu haksızlığın giderilmesi ve anadilde savunma hakkı şarta bağlanmadan gerçekleşmelidir.” denildi.

 

 

Anadil sorunu

Raporun devamında, “Anadilde eğitim, Kürt kimliğinin tanınması, normalleşme ve toplumsal barış için çok önemli bir adımdır. Anaokulundan üniversiteye kadar anadilde eğitime geçilmesi artık geciktirilmemelidir. Ancak bu sadece resmi (devlet) girişimlerle olmamalıdır. Devlet, Kürt sanatçı ve yazarlar tarafından üretilen kültür/sanat ürünlerini teşvik etmeli, yaygınlaştırılması konusunda sürdürülebilir bir politika oluşturmalıdır. Bu politika, anadil eğitiminden çok, anadilde eğitime vurgu yapan bir anlayışa dayanmalıdır.” ifadelerine yer verildi.

 

“Köye dönüş ve kırsal alanın düzenlenmesi”

Köye dönüş projelerinin yapılmaları gerektiğine işaret edilen raporda,  “Köy boşaltmalar, bölge halkı tarafından bir tehcir olayı olarak algılanmış, güvenlik ve saygınlık duyguları incinmiştir. Geri dönüşün yerel otoriterin keyfine bırakılmadan sağlam ve objektif esaslara göre düzenlenmesi elzemdir. Köylerinden ayrılmak zorunda kalanların yerine yerleşenlerin el koydukları mal-mülk sorunu acilen çözülmelidir.” denildi.

 

 

“Barış çatışmasızlık hali değildir”

Raporda son olarak şu ifadelere yer verildi: “Özetle, barış çatışmasızlık hali değildir. Farklılıkların bağdaştırılması (yönetilmesi), uzlaşmazlıkların çatışmaya dönüşmeden işbirliğine dönüştürülmesi ve güvenliğin sert önlemlerle değil, insani yaklaşımlarla sağlanması, kalıcı toplumsal barışın temel şartlarıdır. Bunun için bir arada yaşamanın günümüzdeki şartları yeniden müzakereye açılmalı ve varılan anlaşma yani bir anayasa ile kayıt altına alınmalıdır. Yeni anayasa, misak-ı milli gibi toprak güvenliğine ve bütünlüğüne olduğu kadar yurttaşların birliğine, dirliğine ve ortak kıvancına önem veren bir misak-ı insani ruhuyla inşa edilmelidir. Türkiye’nin aradığı ve özlediği barışçı düzen, tüm yurttaşları ferden ve topluluklar olarak içine alan, eşitleyen ve sorumluluk sahibi kılan bir yaklaşımla kurulabilir.

Mardin toplantısı, bu tespitlerle özlenen amaca ulaşmanın yolunu göstermiştir. Bize milletçe düşen görev, bu sağduyu çağrısını ciddiye almak ve gereğini yerine getirmektir. Gelecek, ancak biz kurarsak bizim olur. Yoksa hep başkasının yazdığı senaryonun figüranı oluruz.” (M. Salih Keskin – İLKHA)

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.