Ümmetin yeni bir Hutbeyi Şamiye’ye ihtiyacı var 5
Bediüzzeman’ın Hutbe-i Şamiye’de İslam âleminin duraklamasının ve gelişmesinin önünde engel olarak gördüğü en son hastalık; “Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretme” hastalığıdır.
“Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûrâdır” BEDİÜZZAMAN
Bediüzzaman’ın Hutbe-i Şamiye’de İslam âleminin duraklamasının ve gelişmesinin önünde engel olarak gördüğü en son hastalık; “Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretme” hastalığıdır. Yani kendi şahsi menfaatini dinin ve milletin menfaatinden üstün görmesi hastalığıdır. Müslümanların, başta yöneticiler olmak üzere, dinlerinin ve halklarının menfaatini düşünmesi gereken kesimlerin tüm çaba ve gayretlerini kendi şahıslarına hasretmesi gerilemeye sebep olan en büyük engellerden bir tanesidir.
Allah (cc) insanları farklı özellik ve kabiliyette yaratmıştır. Bu nedenledir ki, insanlar birbirlerine muhtaçtır. Hiçbir insan her bakımdan mükemmel değildir. Her insanın zekâ seviyesi ve kabiliyeti farklıdır. Gerek insani ihtiyaçların tamamlanması, gerekse de dini yaşamın ikamesi için insanlar birbirlerine muhtaçtır. Bir elektrik ustası, evinin ağaç işleri için marangoza ihtiyaç duyduğu gibi, marangoz da evinin elektrik ihtiyaçları için elektrikçiye ihtiyaç duyar. İnsanların birbirine ihtiyaç duyması dünyevi meselelerde olduğu gibi, dini meselelerde de böyledir. Nitekim tarih boyunca yeryüzünde İslam’ın tebliğ ve hâkimiyeti için görevlendirilen Peygamberler, bu görevi yerine getirebilmek için başka insanlara ihtiyaç duymuşlardır.
Ortak hedefe doğru yürüyen, ortak amaca hizmet eden insanların sahip olduğu bu farklılıklar hedeflerine ve amaçlarına ulaşabilme yolunda büyük bir öneme haizdirler. Kendi aralarında farklı bakış açılarına sahip olsalar bile, bu farklılıklar güzel şeylerin olmasına vesile olabilmektedir. Bu tıpkı görünüşte birbirine zıt gibi gözüken elektriğin artı ve eksi kutuplarının bir araya gelmesinden elektriğin çıkmasına benzemektedir. İnsanların kültürleri, çevreleri, insani kabiliyet ve zekâları meselelere bakış açısını etkilemektedir. İnsanların birbirleriyle yaptığı bu fikir alışverişine istişare denir. Bediüzzeman Said Nursi Hazretlerinin, “Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretme” hastalığına getirdiği çare ve ilaç istişaredir. Hutbesinde istişare için şunları söyler: “Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki(islami sosyal hayat) saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir. وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ âyet-i kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor.
Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr (fikir ve düşüncelerin bir araya getirilmesi toplanması) unvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı(ilerlemesi) ve fünunun(fenler, bilimler) esası olduğu gibi, en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi (gerçek istişareyi) yapmamasıdır.
Asya kıt’asının ve istikbalinin(geleceğinin) keşşafı ve miftahı şûrâdır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt’alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların(baskıcı ve despot yönetim) kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet(cesaret, kahramanlık) ve şefkat-i imaniyeden tevellüd(doğan) eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki(batının sefih medeniyeti) seyyiatı(günahlar kötülükler) atmaktır.”
Şûra, istişare, müşavere lügatlerde “danışma”, “görüşüp anlaşma”, “konuşup bir karara varma” anlamında tarif edilir. Rağıb Isfahani’ye göre, şura kelimesi: “balı peteğinden çıkarmak” veya “çiçeklerden bal toplamak” anlamına gelen “Ş-V-R” kökünden gelmektedir. Bu anlamıyla meşveret, arının çeşitli çiçeklerden malzemeyi toplayıp bal yapmasına benzer. O tatlı balı peteğinden çıkarmak için bir çaba gerektiği gibi, o şirin hakikat balını insanların akıl ve gönül çiçeklerinden veya peteklerinden çıkarmak için de “fikir alışverişine” de ihtiyaç vardır. Kur’an-ı Kerim’de, Firavun’un Hz. Musa’ya karşı alacağı tedbirler konusunda belli bazı kimselerle istişare etmesi[1]; Hz. Süleyman’ın mektubunu okuyan Belkıs’ın takınacağı tavrı belirlemek noktasında çevresindeki yetkililerle istişare etmesi[2], istişarenin insanlık tarihi boyunca başvurulan bir yöntem olduğunu göstermektedir.
Allah (cc)’ın kulluk kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’de müminlerin özelliklerinin sıralandığı Şura Süresinin 38. Ayetinde müminlerin sayılan özelliklerinden bir tanesi de işlerini aralarında şura ile yapmalarıdır. Ali İmran Suresi 159. “Onlarla istişare et” ayeti bazı âlimlere göre istişarenin vucubiyetine işarettir.
Kur’an’ın ilk muhatabı olan Resulullah (sav), gerek kavli, gerekse de fiili sünnetinde istişareye azami bir ihtimam göstermiştir. Resulullah (sav)’in müşriklerle yaptığı ilk büyük savaş olan Bedir Savaşı O’nun (sav) sahabesiyle yaptığı istişare örneklerinden bir tanesidir. Peygamber Efendimiz. Bedir savaşında, kendilerine en yakın kuyunun başında durmuştu. Kendisi durduğu yeri ordunun karargahı yapmak niyetindeydi. Resulullah (sav)’in bu niyetini anlayan sahabeden Hubâb el-Cümuh, Peygamberimize “Yâ Resulullah! Burayı, Allah’ın seni yerleştirmiş olduğu ve bizim ileri geri gitmeğe yetkimiz olmayan bir yer olarak mı seçtin? Yoksa bu bir görüş, bir harp taktiği midir?” diye sorar. Resulullah (a. s.) cevaben “Hayır; bu bir görüş ve bir harp taktiğidir” der. O zaman Hubâb (RA): “O halde Yâ Resulullah! Burası uygun bir yer değil, orduyu kaldır. Düşmana en yakın kuyuya gidelim. Orada bir havuz yapıp içine su dolduralım, geride kalan kuyuları tahrip edelim, düşman istifade edemesin.” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) “Sen güzel bir fikre işaret ettin” buyurdu ve sahabinin dediği şekilde hareket eder. Peygamber efendimiz (sav) savaştan sonra Bedir esirleri konusunda da sahabeyle istişare etmiştir. Bunun dışında, Uhud, Hendek savaşları, Hudeybiye anlaşması, Taif Seferi, ezan konusu ve birçok meselede ashabına danışmıştır.[3] Ebû Hureyre, Rasûlullah (sav)’in istişareye verdiği önemi şu sözlerle dile getirmiştir: “Ben Rasûlullah’tan daha çok, ashabıyla istişare eden kimse görmedim” Bundan dolayı İbni Teymiyye;” idareciler istişareden muaf olamazlar. Çünkü Allah onu peygamberine emretmiştir” demektedir.[4] Rasûlullah (s.a.s) bir hadisinde de şöyle buyurmuşlardır: “İstihare eden zarar etmez, istişare eden pişman olmaz, iktisat eden geçim sıkıntısını çekmez”[5]
Ayet ve hadislerde önemini anlatmaya çalıştığımız istişareyi terk etmek de, İslam aleminin duraklama ve gerileme nedenlerindendir. Tarihte gerek yönetici gerekse de fert olarak başarı elde edenler istişare kültürünü hayatlarına hakim kılanlardır. Günümüzde de İslam aleminin en çok ihtiyaç duyduğu konuların başında da istişare gelmektedir. İslam âleminde hüküm süren savaşların, işgallerin en önemli nedenlerinden biridir. Ayet-i kerime Müslümanların kendi aralarında istişare etmelerini emretmektedir. Buna rağmen Müslümanların dindaşlarıyla değil dinlerine ve dindaşlarına düşman olanlarla istişare etmeleri ne acıdır.
Üstad Hazretlerinin Müslümanların geri kalmışlığının sebepleri olarak gösterdiği hastalıklar ve getirdiği çözüm önerileri gösterdi ki; geri kalmışlığımızın nedenini uzaklarda aramamak lazım. Geri kalmışlığın nedeni bizleriz. Bu hal ve vaziyetten kurtuluşumuz ise, tüm gayretimizle çalışmak, Müslümanlar arasındaki bağları kuvvetlendirip bireysellikten çıkıp cemaatleşmek, birbirimize tahakküm etmeden şûrayı kuvvetlendirip birlik ve beraberliğimizin önündeki engelleri kaldırarak İslam birliğini kurmamızladır.
Satırlarıma üstadımızın sözleriyle son verirken, hepinizi Allah’a emanet eder, dualarınızı beklerim.
Eğer denilse: Neden şûrâya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan Asya’nın, hususan İslâmiyetin hayatı ve terakkisi nasıl o şûrâ ile olabilir?
Elcevap: Nurun Yirmi Birinci Lem’a-i İhlâsında izah edildiği gibi, haklı şûrâ ihlâs ve tesanüdü (dayanışma) netice verdiğinden, üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakiki ile üç adam, yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakikî ihlâs ve tesanüd ve meşveretin (istişare) sırrıyla, bin adam kadar iş gördüklerini, çok vukuat-ı tarihiye (tarihi olaylar) bize haber veriyor. Madem beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz’î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla, elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hâcetlere (ihtiyaçlar) karşı, imandan gelen nokta-i istinad(dayanak noktası) ve o nokta-i istimdad (yardım isteme noktası) ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi (insanın şahsi hayatı) dayandığı gibi, hayat-ı içtimaiyesi (sosyal hayatı) de yine imanın hakaikinden gelen şûrâ-yı şer’î ile yaşayabilir, o düşmanları durdurur, o hâcetlerin teminine yol açar.”[6]
Kaynak:
[1] Araf suresi,110
[2] Neml suresi ayet 32
[3] Zuhayli, İslam Fıkıh Ansiklopedisi, 6.c, s. 713-714
[4] İbn Teymiyye, Mecmû’u Fetâva, Riyad 1381-86, 28.c, 386, 387
[5] Mecmau’z-Zevaid, h.no:3670
[6] Hutbei şamiye
Mühacid Hakseven
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.