Usvetun Hasenetun
O (sav) “Mü’min, mü’minin aynasıdır” düsturunu açıklamasıyla müminler arasındaki şefkat ve sevgi bağlarını güçlendirmiştir.
Vahyin söz ve yazı olmaktan çıkıp vücut, hareket ve hayat bulduğu tek makam hiç kuşkusuz peygamberlik makamıdır. Aynen Hz. Muhammed (sav) gibi… Çünkü o (sav), yaşayan bir vahiy idi. Keza vahyin terbiyesine girmek isteyen insanoğluna, O (sav)’nun gibi olmaları Halık−ı Zülcelâl (cc) tarafından, kesin bir yemin ile öğütlenmiştir: “Yemin olsun ki Allah’ın Resulü’nde sizler için, Allah’ı ve ahireti arzu eden, Allah’ı da çok anan kimseler için güzel bir örnek vardır.”[1] Evet, Allah Teala habibini insanlar için “Güzel Örnek” olarak ilan edip tanıttırmıştır.
Eşi Hz. Aişe’nin tanımlamasıyla “O, yaşayan bir Kur’an idi.” [2] O (sav) doğru yolu bilen ve gösteren, yanlış yollara girmenin sebeplerini bilendi; her şart ve zamanda Kur’an’ın hüküm ve öğretileri noktasında tavizsiz bir iradeye sahip idi. Dolayısıyla ondan sudur eden her söz ve fiil, rehber ve örnek almayı gerektirecek kadar doğru, hak ve güzeldir.
Onu (sav), Kur’an; “Muhakkak ki sen en güzel bir ahlak üzeresin”[3] diye tanıtmıştı. O’nun ahlakının büyüklüğü güzelliği dost ve düşman herkesçe doğrulanmıştı. Çünkü Allah (cc), Habibi (sav)’ni eşsiz ahlaki faziletlerle donatmıştı.
O (sav), Hatem’ül Enbiya’dır. Peygamberlerin sonuncusudur. Tüm dünya halklarına rehber ve örnek oluşunu sağlayan her türlü ulvi özellikler ayrıntılarıyla kendisinde cem’ etmişti. Çünkü Allah (cc) O’nu Kur’an ile eğitmiş, tüm peygamberlerdeki üstün meziyetleri O’na bahşetmişti. Neticede tüm insanlığın zirvesinde O’nu kıldı.
O (sav), Muhammedü’l−Emin idi. O’nun kusursuz ve en doğru bir insan ve örnek oluşunu gösteren özelliğini O’nu gönderen Allah (cc) ve O’nun sevenleri olan ailesi ve ashabı değil; O’nun ezeli, acımasız, hain ve bir o kadar da zalim olan düşmanları her defasında itiraf etmişlerdi. Zamanın Bizans hükümdarı Herakliyus, Şam’da ticaret için bulunan Ebu Süfyan’ı yanına getirtip Hz. Muhammed (sav)’i tanımak amacıyla birkaç soru sorar. Sorular karşısında Ebu Süfyan kısa bir sükûttan sonra gerçekleri söylemekten kendisini alıkoyamaz. “O’nun hiç yalanını işitmedik” der ve hakkında olumlu ve övücü sözler sarfeder.[4]
O (sav) en büyük bir abid ve zahid idi. Bir defasında Hz. Aişe yatağında O’nu göremeyince O’na gözü gezinmişti de O’nun uzun bir süredir secdede olduğuna ve ağlamaktan secde yerinin ıslak olduğuna şahit olmuştu. Nebi (sav) ibadetini tamamlayınca “Neden bu kadar kendini yoruyorsun ki? Allah (cc) affettiği halde…” demiş. O da (sav) “Ey Aişe! Çok şükreden bir kul olmamı istemez misin?” diye cevap vermişti.[5]
O (sav) bir kul ve insan idi. Tüm ömrü boyunca pek mütevazı bir yaşantısı olmuştu. Elbette ki O’nu diğer insanlardan ayıran birçok özelliği mevcuttu. Ama bu özellikler de bir insan olmanın gerektirdiği özelliklerdi. Hz. Ömer (ra) anlatıyor: “Bir gün Resulullah’ın odasına girdim. Örtüsüne sarılmış halde bir hasırın üzerinde uzanmış yatıyordu. Altında hasırdan başka bir şey yoktu. Yanına oturdum. Kalktı. Bir de ne göreyim, vücudu hasırın izleriyle doluydu. Merak içinde odayı incelemeye başladım. Bir köşede bir kap içinde yemek için saklanan bir avuç arpa, bir başka köşede de kiraz yaprağı ve bir de duvara asılmış tam tabaklanmamış bir deri vardı. Odada başka bir şey görülmüyordu; ne bir yiyecek ne de bir giysi vardı. Duygulandım, dayanamadım, gözlerim yaşardı. Ve ağlamaya başladım. Yüzüme baktı. “Ömer, neden ağlıyorsun?” dedi. Düşüncemi saklamadan söyleme ihtiyacı hissettim. “Ey Allah’ın Resulü! Neden ağlamayayım? Baksana, hasır her tarafına iz yapmış. Üzerinde elbise, altında örtü olarak şu gördüğüm kumaştan başkası yok. Odada ise yiyecek olarak sadece şu gördüklerim var. Kayser ve Kisra zenginlikler içinde yaşarlarken, sen Allah’ın Resulü ve sevgilisi olmana rağmen senin evin işte bu!” Dedim. “Üzülme Ömer! Onlar kral, ben ise peygamberim; kölenin yediği gibi yerim, kölenin oturduğu gibi otururum; çünkü ben kuldan başka bir şey değilim” dedi.[6]
Her zaman günde bir öğün yemek yerdi. Nadiren iki öğün yediği görülmüştü. Hendek savaşında, hendek kazarken ashabının açlık çektiğini görünce, o elinde bulunan yiyecekleri dağıtması nedeniyle herkesten çok açlık çekti. Açlık duygusunu bastırmak için midesinin üzerine iki taş birden bağlamıştı.[7]
O (sav) insanların en mütevazısı idi. Peygamber olma yönüyle hiçbir zaman insanlara karşı kibirlenmemişti. Medine’de mescid inşa edilirken, ashaba O da yardım ediyordu. Ashaptan biri “Ver o kerpici ben taşıyayım” deyince O da: “Yardım etmek istiyorsan sen de onlardan taşı” diyerek kerpiçleri göstermişti.[8]
O (sav) çok af ediciydi. Bu özelliğini de hikmet dolu söz ve hareketleriyle gösterirdi. İnsanları çok sever ve bilhassa ümmeti üzerine şefkati, sabrı ve insafı ile titrerdi. Dostundan ve düşmanından gördüğü zararları, eziyetleri bağışlardı. Gerekmedikçe karşılık vermez, affederdi. Uhud gazasında kâfirler mübarek yanağını kanatıp, dişlerini kırdıkları zaman, bunu yapanlar için “Ya Rabbi! Bunları affet! Cahilliklerini bağışla!” Diye dua buyurmuştu:[9]
O (sav) hilm sahibi, edep timsali, hayâ numunesi idi. Ashabı’nın oturdukları yere gelince, baş tarafa geçmezdi. Gördüğü boş bir yere otururdu.[10] Her çağırana “Lebbeyk” (efendim) diyerek cevap verirdi. Kimsenin yanında, ayaklarını uzatmazdı. Diz çöküp otururdu. Bir defasında elinde baston, sokakta bir topluluğun önünden geçmişti. O’nu görenler ayağa kalktıklarında “Başkalarının birbirlerine saygı duruşu yaptıkları gibi, benim için ayağa kalkmayınız. Ben de sizin gibi bir insanım. Herkes gibi yerim, yorulunca otururum” buyurmuştu.[11]
O (sav) her yaptığı öğüdü ve tavsiyeyi ilk kendi uygular, sonra başkasına tavsiye ederdi. Hudeybiye’de başını ilk kendisi kazıttıktan sonra ashabına da saçlarını kesmelerini buyurmuştu.[12]
O (sav)’nun “Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir”[13] sözü kendisinden sonra tüm dünya lider ve yöneticileri tarafından doğrulanmıştı. Çünkü Nebi (sav), hizmet etmenin de büyük bir ibadet olduğunu biliyordu. Hatta Enes b. Malik (ra) der ki: “Resulullah’a (sav) on sene boyunca hizmet ettim. Onun bana yaptığı hizmet, benim ona yaptığımdan çok idi. Bana incindiğini, sert söylediğini hiç görmedim” der.[14]
O (sav) saltanatı istememiş, peygamberliği, fakirliği dilemiştir. Bir sabah, Cebrail (as) ile konuşurken “Bu gece evimizde yiyecek bir lokmamız yoktu” buyurunca; o anda, İsrafil (as) gelip “Allah (cc) söylediğini işitti ve beni gönderdi. İstersen her elini sürdüğün taş altın olsun, gümüş olsun, zümrüt olsun. İstersen melek olarak peygamberlik yap” dedi. Resulullah üç kere “Kul olarak peygamberlik istiyorum” demişti.[15]
O (sav) Habibullah olmasıyla üstünlüklerinin en üstününe ulaşmıştır. Allah Teala onu kendisine sevgili dost yapmıştır. Onu herkesten, her melekten daha çok sevmiştir. Allah Teala “İbrahim’i Halil yaptığım gibi, seni de kendime Habib yaptım”[16] buyurmuştur.
O (sav) ümmetine en düşkün, şefkatperver bir peygamber idi. Öyle ki; Duha süresinin 5. ayeti kerimesinin (Rabbin şüphesiz sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın) şehadetiyle Allah (cc), peygamberine (sav) bütün ilimleri, bütün üstünlükleri, ahkâm−ı islamiyeyi, düşmanlarına karşı yardım ve galebe, ümmetine fetihler ve kıyamette her türlü şefaat ihsan edeceğini vaat etmişti. İşte bu ayet−i kerime nazil olduğu zaman Cebrail (as)’e bakarak “Ümmetimden birinin dahi cehennemde kalmasına razı olamam” buyurmuştu.
O (sav) bir liderdi, komutandı, devlet başkanıydı. Tarihe; “Medine Vesikası” diye geçen anlaşma ile İslam Devleti’nin ilk temellerini atmıştı. Yine devlet başkanlarına yollanan davet mektuplarıyla ilk diplomasi hareketini başlatmıştı. Uhud savaşında ordusunu yönetti, savaşa fiilen iştirak etti. Çarpışanlar bir anlık gafletle cepheyi terk edince ulvi şecaatiyle, cesaretiyle yerini terk etmemiş ve İslam ordusunu yeniden toparlamış, nice zaferlere ashabı ile nail olmuştu.
O (sav) mükemmel bir davetçiydi. “Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı; Allah'ın izniyle O'na çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir.”[17]
Üstad Bediüzzaman şöyle buyurur: “O (sav) Kur’an’ı okuyan, kâinatın yüksek kıymetlerini ortaya çıkaran canlı bir güneştir. Şahsiyeti ve hüviyeti cihetiyle Rahman olan Allah’ın sevgisinin misali, Allah’ın rahmetinin numunesidir. Tebliğ ettiği dini harikulade bir surette ve süratte doğu ve batıyı kuşatmış, insanlığın çoğu dinini kabul etmiştir.”[18]
O (sav) istişareye çok ehemmiyet verir ve sık sık ashabı ile istişare ederdi. Bedir’de ordunun yerleştirilmesi ve alınan esirlere ne yapılacağı konusunu ashabı ile istişare etmişti.[19]
O (sav) “İlim Çin’de bile olsa onu gidip alın”[20] diyerek ilme teşvik etmiştir. Cehaletin ortadan kalkması, ilmin Müslümanlar arasında yer alması hususunda gösterdiği çaba, bütün dünyanın kabul ettiği bir örnekliktir. Bilenlerle bilmeyenlerin asla eşit olmadıklarını bildirmesi ve ilmin her müslümanın üzerine farz olduğunu buyurması örnek alındığı en büyük özelliklerdendir. Nitekim Medine’de “Ehl−i Suffa” diye bilinen ve günümüz tabiriyle zamanın en büyük medresesinin, üniversitesinin yani İslam enstitüsünün kuruluşunun ilk yapısını oluşturmuştu.
O (sav) İslam’da ırk ve milliyet taassupkarlığını tamamen kaldırmıştır. “Irkçılık yapan bizden değildir” sözüyle bir ırkın diğer bir ırka asla üstün tutulmaması gerektiğini bildirmiştir.
O (sav), bu dini adalet öğretileri üzerine bina etmiştir. Emanetlerin ehline verilmesini, insanlar arasında hükmedildiği zaman adaletle hükmedilmesi hususunu da O’nun getirdiği vahiy sayesinde öğreniyoruz.
O (sav) “Mü’min, mü’minin aynasıdır”[21] düsturunu açıklamasıyla müminler arasındaki şefkat ve sevgi bağlarını güçlendirmiştir.
O (sav), iyi bir eşti. Kadınların birer emanet olduğunu ve emanete de riayet ederek ümmetine örnek olmuştur. Kadına bir anne, bir eş, bir kız çocuğu ve bir bacı gözüyle bakılmasının önem ve gereklerini öğretmişti. Eşlerini İslami vecibelere göre en güzel bir şekilde yetiştirmişti. Kadının toplumdaki yeri ve değerini belirlemiş ve beşeri ideolojilerin kadına hiçbir zaman veremeyeceği saygınlığı vermişti. Eşleri arasında sevgi farklılığını dengelemek ve adil olma hususunda sürekli Rabbinden yardım talep ederdi. “Allah’ım! Gücümün yettiği konularda işte taksimim bu… Gücümün yetmediği konularda beni kınama” diye dua ederdi.[22]
O (sav), iyi bir baba ve müşfik bir dedeydi. Çocuklara karşı en merhametli olandı.[23] Sürekli oğlu İbrahim’in bulunduğu yere gider, onu kucağına alarak severdi.[24] Özellikle pak neslinin kızı Fatma’dan olacağını bildiği için onu ileriki zaman ve şartlara göre çok iyi terbiye etmişti. Bir gün minberde Müslümanlara hitap ederken torunları Hasan ve Hüseyin mescide girdiklerini görünce konuşmasını kesip minberden inmiş, onları kucağına alıp sevmiş ve tekrar konuşmasına kaldığı yerden devam etmişti.[25]
O (sav), “Dua, rahmet kapılarının anahtarı, müminin silahı, dinin direğidir. Dua ibadettir, ibadetin özüdür” sözüyle kulluğun özüne varıp en güzel şekilde Allah’ı zikretmiş ve bunu ashabına da öğretmişti.
O (sav), server−i asfiya, eşref−i mahlûkat, dürr−u yekta ve bir insanda olması gereken tüm faziletleri kendisinde cem etmiş olması nedeniyle, şu birkaç satıra O’nun ‘Güzel örnek’liğini sıkıştıramayacağımızı anlayıp kısa kesiyoruz.
O (sav)’na binler salât ve binler selam olsun…
İnzar Dergisi
-------------------------------
[1] Ahzab süresi: 21
[2] İbn Hanbel, Müsned
[3] Kalem süresi: 4
[4] Buhari, Müslim, Kâinatın Efendisi-Salih Suruç
[5] Hayatüs−sahabe
[6] Buhari, Müslim, İbn Hanbel
[7] İslam Tarihi-Asım Köksal
[8] İslam Tarihi-Asım Köksal
[9] İslam Tarihi-Asım Köksal
[10] Ebu Davut
[11] Tirmizi
[12] İslam Tarihi-Asım Köksal
[13] Buhari
[14] Zad’ül Mead
[15] Bezzar−Keşfü’l estar
[16] Kudsi Hadis, Müslim
[17] Ahzap süresi: 45, 46
[18] Mesnevi−i Nuriye
[19] Kâinatın Efendisi-Salih Suruç
[20] Buhari
[21] Buhari, Müslim
[22] İbni Hanbel
[23] Müslim
[24] Müslim
[25] Tirmizi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.