Veladet-i Nebi: ANIYORUZ Ey Resul, ARIYORUZ!..
Büyük şahsiyetler ölmezler. Sevenlerinin gönlünde mütevatir bir sevgi ile çağlar boyu yaşarlar. Nesilden nesile yeniden bir gonca gibi gönüllerde hep yeşeredururken; her yürekte kokusu, rengi ve duyumsaması apayrı bir sevgi peydahlanıp durur.
Büyük şahsiyetler ölmezler. Sevenlerinin gönlünde mütevatir bir sevgi ile çağlar boyu yaşarlar. Nesilden nesile yeniden bir gonca gibi gönüllerde hep yeşeredururken; her yürekte kokusu, rengi ve duyumsaması apayrı bir sevgi peydahlanıp durur.
Nice insanlar nice zorbalar nice yürek düşmanları bu yoldaki anlamsız gayretleriyle unutulup gitti de adları sanları anılmaz oldu. Kazanan yürek padişahları, sevgiye anlam katan gönül sultanlarıdır.
Müslümanlar olarak bizler için yürek padişahı, gönül sultanı olan Sevgili Peygamberimizin veladetinden anlamamız gereken mana ve mefhum ile bir daha gönlümüze nakşedilecek sevgiyi, tazelemek gerek.
İçinde yaşadığımız şu salgın günlerinde bu anma[1] ve anlama[2] eylemini yüreklerde en az Fatimîler, Eyyübîler ve Osmanlılar kadar diri tutmalıyız. Salgın şartları belki son yılların “meydan anmalarına, salonlarına” izin vermeyebilir. Lakin yüreklere salınan salgın ve onu doğuran şartların korkusu, Peygamber sevgisine galip gelmemelidir. Bu sevgiyi yeniden yeşertmenin, her gönlü fethetmenin lezzetini tadan ferdi ve toplumsal etkinlikleri sosyal, görsel ve işitsel medyada sindire sindire yaşamalı/yaşatmalıyız.
Gözünün gördüğünü gönlünün yalanlamadığı (Necm, 11) bir aleme şahit olan bir peygamberden bahsediyoruz. Gönlün aynası olan gözün resmettiği manzaraları, yeryüzüne yani Mekke’ye, Medine’ye İslam’ın mesajının ulaştığı her yere tablo tablo aşk ile yayan; o ilahi sevgiyi, ilahi mesajla yoğurup yürekler fetheden Sevgili Peygamberimizi tanımalıyız. Henüz ilahi aşkla tanışmadan, henüz Hira’dan inmeden cahiliyenin şaşkınlığından doğru yola eriştirilen Sevgili Peygamberimizi…
Öyle bir yola revan edildi ki şirk ve zulüm olanca karanlığıyla suretlere, siretlere etki etmiş; her türlü gayr-i insanilik özgürlüğün zirvesini yaşıyordu. Kadın kıymetsiz, kız çocuğu değersiz, hak-hukuk yersiz, zulüm ölçüsüzdü. Helal-haram yoktu. Akrabalık, komşuluk tanınmazdı. Şirk, en parlak dönemini yaşıyordu.
Tıpkı doğan şafak güneşi gibi bir aydınlık bekliyordu insanlık. Karanlıklar üstüne doğup sadece yüzlere değil, gönüllere de doğan alemlere rahmet (Enbiya, 107), tüm insanlığa müjdeci, uyarıcı (Sebe,28) ve şahid bir peygamber (Nisa, 79) bekleniyordu. Doğru, emin, güvenilir, iffetli ve büyük bir ahlak üzere (Kalem, 4) olan Sevgili Peygamberimiz, kurtuluş reçetesi olarak “Tevhid”i işaret etti. Şirk, zulümden imana inkılab edince, yürekler yeşermeye başladı. Yalnız bir olanın adı yüceldi. Yalnızca Allah’ın…
Bir kurtuluş başladı putlardan, karanlıklardan. Bir hicret başladı şirkten tevhide doğru. Bir özgürlük yürüyüşü yol aldı Mekke’den Medine’ye. Artık doğruluk konuşuluyordu. Emanet güvendeydi. Akrabalık vefalı, komşuluk itibarlıydı. Kötülük ve günahlara sırt çevrilmiş, kan dökmek fitneyle eş değer görülmüştü. Kısacası “ahlak” anlamını yeniden kazanmıştı yüce bir ahlak üzere gönderilen (Kalem, 4) Sevgili Peygamberimizle.
Bu veladetiyle bu doğuşuyla da aynı duyguların kalplerde yeşermesini salık vermek, anmak; akla getirmek değil midir?
Düşünmek değil midir asr-ı saadeti?
Emin olanlar ihtiyacımızın ne denli olduğunu hatırlamak, Muhammedu’l Emin’i zikretmek…
Veladet-i Nebi, unuttuklarımızı hatırlamamıza vesile olmaz mı?
Tefessüh etmiş dünyanın meşgalesi altında “Muhammedü’n Resulullah” demek, sosyal medyanın TT’lerinin çatısına en gür seda ile haykırmak en kutlu mesaj olsa gerek.
O sevgiliyi anmak demek, resmiyetin soğuk yüzüyle ruhsuz nutuklarıyla boy atmak demek değildir. Kalplere sinmiş en gür sedayı “Allah’ü Ekber” nidası eşliğinde şirkten azade olan tevhidin “Lailahe illallah”ına “Muhammedü’n Resulullah” ile mesaj vermektir. Dünyaya gelişinden rahatsız olanlara bir daha mesajı ve sahibini hatırlatmaktır. Zalimlerin yüzüne hakikatin deruni anlamını fısıldamaktır.
Hatırlamaktan nefsimize, eksikliklerimize, yeniden bir ruh kazanmamıza, canlanmamıza, İslam’ı bir dava olarak görme pasifliğimize de bir pay düşürmek doğru bir yaklaşım olacaktır. Kutlu bir doğumu, üzerimize sinen ihtiyar dünyanın ve sosyal medyanın panzehiri olarak görme azmine ve diriliğine, vuslat vakti yapma zamanı olmalıdır.
Sadece anmak yerine “anlamak” da gerekmez mi?
O sevgilinin kim olduğunu ve neye işaret ettiğini kavramak gerekmez mi?
Nübüvvet öncesi şahsiyetinin nasıl yüce bir terbiye ile Hira’dan inecek kişiliğe dönüştüğünü bildikçe; Medine’ye giden yolun ne çileli yol olduğunu hatırlamak gerekmez mi?
Günümüz İslam anlayışının heva ve hevesimiz doğrultusunda romantik koktuğu gerçeğini asr-ı saadet anlayışıyla sentezlediğimizde, çıkan sonucun utancını yaşamak yetmez mi?
Bilmiyorsak Veladet-i Nebi’nin ne olduğunu, Nebi’nin kim olduğunu sorup öğrenmek en doğrusu.
Soralım Kitab-ı Mübine; anlatsın Nebi-i Ekrem’i ve misyonunu:
“Her kim resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.”[3]
“Resul size neyi verirse onu alın! Sizi neden sakındırırsa ondan sakının!”[4]
“Hayır! Rabbine yemin olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.”[5]
“Allah ve resulü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve resulüne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.”[6]
Kendi dilinden ise şunları duyuyoruz o Yürüyen Kur’an olan gönül sultanından:
“Size iki şey bırakıyorum. Şayet bunlara yapışırsanız haktan ayrılmazsınız: Allah’ın kitabı ve Resulünün sünneti.”[7]
“Benden sonra sizden kim yaşarsa birçok ihtilaf görecek. Size gereken, benim sünnetime ve raşid halifelerin yoluna tutunmaktır. Azı dişlerinizle sımsıkı olarak bunlara tutunun!”[8]
“Şüphesiz ki sözlerin en güzeli, Allah’ın kitabıdır. Yolların en güzeli de Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in yoludur.”[9]
“Sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.”[10]
Senden olmak için, zamanı senle kılmak için;
ANIYORUZ ey Resul, ARIYORUZ!..
[1] Anmak; “birini veya bir şeyi akla getirerek sözünü etmek veya onu düşünmek, zikretmek, hatırlamak anlamına gelmektedir.” https://sozluk.gov.tr (TDK)
[2] Anlamak:
1.Bir şeyin ne demek olduğunu, neye işaret ettiğini kavramak.
2Yeni bilgileri eskileriyle bir araya getirerek sonuç niteliğinde başka bir bilgi edinmek.
3.Sorup öğrenmek. https://sozluk.gov.tr (TDK)
[3] Nisa Suresi, 80. ayet
[4] Haşr Suresi, 7. ayet
[5] Nisa Suresi, 65. ayet
[6] Ahzap Suresi, 36. ayet
[7] Tirmizî, Menakıb 31
[8] Ebû Davûd, Sünnet 5; Tirmizî, İlim 16
[9] Buharî, Edeb 70; Müslim, Cuma 43
[10] Buharî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.