Virüs Günlüğü 3

Virüs Günlüğü 3

İlk hastaların büyük bir bölümünün Hunan Deniz Ürünleri Pazarı’nda çalıştığının ortaya çıkması üzerine dikkatler pazar yerine çekildi.

VİRÜS GÜNLÜĞÜ III

1 Ocak 2020

İlk hastaların büyük bir bölümünün Hunan Deniz Ürünleri Pazarı’nda çalıştığının ortaya çıkması üzerine dikkatler pazar yerine çekildi. Bu bir günah keçisi bulma çabası mı yoksa tepkileri dindirme amaçlı mı bilinmez ancak pazar yeri kapatıldı. İlk düğmeyi yanlış iliklediklerini anlamadıklarından son düğmedeki yanlışlığı fark edip sinirden düğmeyi koparmak gibi bir durumda kalacaklarını bilmiyorlar henüz. Anlayacağınız yine insanoğlunun bir acizlik örneği, yine bir yanlış tedbir… Takdir ile tedbiri karıştıran insanoğluna ilahi bir tekdir… Sonuç mu? Biraz sabır; bekle, gör. İnsanoğlunun sonucu neden olarak okumalarının ne ilk ne de son örneği… Pazarı kapatıp virüsü tanımlamaya çalışırlarken atı alanın Üsküdar’ı çoktan geçtiğini bilmiyorlardı.

İlk açıklamaları 2002-2003 yılında dünya çapında 770 kişiyi öldüren şiddetli akut solunum sendromu SARS virüsü olmadığımız yönündeydi. Kim olduğumuzu anlamayınca kim olmadığımızı açıklayarak zamana mı oynuyorlardı, cahilliklerini mi gizliyorlardı, yoksa çaresizliklerini bastırma yoluna mı gidiyorlardı doğrusu bunu anlamakta biz de zorlandık. Zaten insanların ruhsal durumlarını anlamakta zorlanmıyor değiliz. Sahi ruhsal bir durumları var mı ki? Hiçbirinin iki dakikası birbirini tutmuyor. Zaten bizim de çalışma ve uzmanlık alanımız ruhbilimi değil, biz dâhiliye ile ilgileniyoruz; bu yüzden “insanların ciğerini biliriz” diyoruz. Ancak öyle dâhiliye diyerek bizi hafife de almayın. Çünkü biz onların ciğerleriyle yetinmeyeceğiz. Psikolojilerini altüst edecek, sosyolojik tanım ve sınıflandırmalarını yerle bir edeceğiz. Okudukları bütün kitaplar gözlerinde bol soru işaretli sayfalara dönüşecek. Bilgilerinden şüpheye girecekler, uykuları kaçacak. Okullarına gidemez duruma gelecekler. Sağlık çalışanları, iş çıkışı evlerine değil bir terapiste gitmek zorunda kalacaklar. Sanal bir dünyanın kurbanı olan çocukları ellerine tutuşturulan oyuncaktan başlarını kaldırdıklarında büyüklerinin önemli bir kısmının mekân değiştirdiklerini görecek ve bu durumu ruhsuz bir robot gibi karşılayacaklardır. Yaklaşık otuz kırk yıldır bir aptal kutusunun önünde avanak avanak pinekleyen yaşlı kesim korkudan haber izleyemeyecek duruma gelecek. Şu anda da kanal değiştirirken ellerinin titrediğini görmüyor değiliz. Sanal bir eğitim, dağılmış bir psikoloji, çökmeye yüz tutmuş insani değerler… Gelecek beş yılın özeti…

Nereden mi biliyorum?

Kökü binlerce yıl öncesine dayanan koca bir ağacın sadece bir dalıyım.

3 Ocak 2020

Daha önceki ifadelerimde de söylediğim gibi biz, ilk belirtilerimizi hemen öyle açıkça göstermeyiz. Yani öyle davul zurnayla alana gelmez, peşrev çekerek mindere çıkmayız. Sakiniz, kararlı ve emin adımlarla ilerleriz. Muhatabımız ilk birkaç gün bizi iyi bir ağırlar, tehlikeli olduğumuzu fark etmez. Hatta varlığımızdan bile haberi olmaz. Biz de yavaş yavaş yerleşim planımızı uygulamaya sokarız. Muhkem yerleri tutar, bulunduğumuz yerde koloni oluştururuz.

İnsanoğlu çaresizdir, bizim kadar bilinçli olmadığından biz bu kadar kolay ilerliyoruz. Zaten bu bilinçsizliğinden dolayı zararlı her şeye kucak açar. Kendisine yasaklanan şeyin müptelasıdır adeta. İlk büyük sürgünden ders almamışçasına yasakların çekim gücüne kapılır. Yasağa bağımlılıkla bağlanır. Değil mi ki bir cenneti bile bir yasak meyveye feda etmiş bir atanın torunundu.

Cahilliği kadar acayip de unutkandır. Sürgün edildiği mekânın yurt bellemesi o kadar çok zamanını almaz. Çevreye kolay adapte olur. Unutkanlığı da aslında onun için bir nimettir. Biz bu klişe özelliklerini iyi biliyoruz. Onun için attığımız adımlarda dikkatliyiz. Dar boğazından içeriye doğu ilerlediğimizde keskin tırnaklarımız bazı boğaz sahiplerini acayip rahatsız ederken bazıları bunun farkına bile varmaz. Gırtlağına yapıştığımız hasımlarımızdan kimileri bunun bir iki gün geçeceğini zanneder, hatta hastalandığını gizler. Vuhan görüntüleri derinden etkilemiştir bunları, adeta yıkımları olmuştur. Kimileri de daha bir özgüvenle hareket eder, soluğu hastanede alır. Ancak ciğerlerinde halay çekmeye başladığımızda bizim asıl gerçekliğimizin farkına varırlar. Belli bir yaşın üstündekilerle özellikle mücadele nedenimizi siz de anlamlandıramadınız değil mi?

Ne demiştim daha önce? Biz sebep değil sonucuz ama asla son uç değiliz. Bunun ucunun nereye varacağını biz de kestiremiyoruz. Hedef kitlemizin kimisi kendi günahının cezasını çeker kimisi de başkasının günahını bir film izlercesine çekirdek çıtlatıp seyretmenin cezasını… “Ya en masumlar” diye sorgulayan bakışlarınızı görmüyor değilim. Onlar için de Hz Musa ile Hızır misaline bakın. Bakınca bir şey anlayacaksanız tabii…

Dünya Çin’i, Çin de Vuhan’ı konuşuyor artık. Dünyanın Vuhan’da olanlardan tam anlamıyla haberi yok henüz. Vuhan kapalı bir cezaevi ya da oynanacak bir filmin özet görüntüleri. Yorumlar arasında bir parantez gibi duruyor. Trajik olayları ekran karşısında çekirdek çıtlatarak izleyenler kapılarını yakın bir zamanda çalmadan evlerine konuk olacağımızın farkında değiller. Davetsiz misafir, devletsiz bir virüs olarak tanımlanırız. Davet beklemez, bir devletle sınırlı kalmayız. Her evi kendimize yeni bir mesken, her insanı bizi bekleyen bir ev sahibi olarak göreceğiz. Devletsiziz çünkü sınırlara sinir oluruz. Kimseden özel davet alacak kadar nezaketli olmadığımız gibi özel bir seremoni bekleyecek kadar da resmi değiliz anlayacağınız.

Üçüncü kurbanımızın son günleri dayanılır gibi değildi. Acı ile korku yüzünde garip bir hal almıştı. Doktorlar yemeden içmeden kesilmiş bu adamı uzay aracına binen astronot gibi ziyaret ediyorlardı. Doktorları bu kıyafetle gören insanın, sapasağlam da olsa, kalpten gideceği muhakkak… Konum itibarıyla saygın bir yerde olmasına rağmen hastalandığını duyan bütün dostları sağır numarası yapıyordu. Ailesinin bile ziyaret etmekten imtina ettiği birini neden başkası ziyaret etsin ki? Vuhan görüntüleri sanki ziyaret ve irtibat ağlarına döşenen mayın gibiydi. İlk üç günü öksürük ve titremeyle geçirdi. Sonra rahatlar gibi oldu. Yoğun bakım ünitesinden servise çıkacağı söylentileri yüksek perdeden konuşulmaya başlanmıştı ki beşinci günde bir anda fenalaştı. Ağzından ciğerlerine inen boru yetersiz kalınca boğazını delip soluk borusundan hortum geçirdiler. Sağlık çalışanlarından birileri bu görüntüleri sosyal medyada paylaşınca halkta infiale yol açtı. Kimileri görüntü paylaşanın art niyetli oluşunu dillendirdi kimileri de vahametin etkisiyle tedbirlere daha çok dikkat edileceğini… Bu meselede bile bölündüler. Yüzümde gayriihtiyari bir gülümseme… Sizce de komik değil mi?

7 Ocak 2020

Dünya Sağlık Örgütü, Corona ailesine mensup yeni bir virüsün bu hastalıklara yol açtığını belirterek ilk defa açıktan ismimizi zikretmeye başladı. Artık ismimiz zikrediliyor. Var olduğumuzu kabul etmeyen insanoğluna varlığımızı kabul ettirdik. En yetkili ağızlardan duyulur olduk.

O geceyi Çin’in insan öğüten sanayi ürünü havai fişeklerle sabaha kadar kutladık. “2019-nCoV “ ismini bize uygun gören Dünya Sağlık Örgütü SARS ve genel soğuk algınlığı virüsü ile aynı aileden geldiğimizi de itiraf ediyordu. Ancak bilgileri sadece bununla sınırlıydı. Çünkü henüz tam anlamıyla ne olduğumuzu anlamadılar. Şu anki bütün çabaları ne olmadığımız üzerine. Artık bizim de bir adımız var.

İllegallikten çıkıp kitleselleşme zamanı.

10 Ocak 2020

Bugün güne sürpriz bir haberle başladık. Eczacı Ma Yang, Doktor Li Wang’un okunamayan yazısını güçlükle okudu. Reçetenin soğuk algınlığı ile ilgili olduğunu fark etti. Yazılan ilacın orijinali elinde olmadığı için muadilini verdi. Hasta fenalaşınca doktor ilacın orijinalini vermeyen eczacıyı suçladı. Eczacı doktorun okunamayan yazısından şikâyetçi olur gibi oldu ancak şikâyetin inandırıcı olmadığını fark edince çark etti. Aslında eczacı da haksız değildi. Hem Çince hem de doktor yazısı… Daha ne olsun! Daha önce olduğu gibi bu sefer de ne eczacı suçluydu ne de yazısı okunamayan doktor, doktor ilk defa anlamlandıramadığı bir vaka ile karşılaşıyordu.

Yani anlayacağınız sorun, varlığımızdan habersiz olmalarıydı. Hasta yakınları ile eczacı arasında ciddi bir tartışma çıktı. Hasta yakınları da ilacın muadil bir ilaç olmayıp eczacının yanlış bir ilaç verdiğini sandı ilkin. Eczacı haklılığını ispatlamak için saatlerce kıvrandı durdu.

Biz mi?

Bizim kahkahalarımız insanların kendilerini hemcinslerinin tehlikesinden korumak için inşa ettikleri seddin duvarlarında yankılandı. Sesimiz Çin’in bütün komşularında yankılanırken görüntülerimiz kıtalar arası dolaşıyor. Korku sonucu oluşan seddin duvarları bu sefer korkuların önüne geçemeyecek çünkü duvarın öte tarafı bizim için bir adımlık yol mesabesinde.

Duvarın öte tarafındaki insanlar gelen tehlikenin adım adım kendilerine yaklaştığını fark edince bir daha başa sarmaya başladılar. Çinlilerin Yecüc Mecüc topluluğu olduğu iddiası bir kez daha gündeme gelmeye başladı. Bir sonuca varamadıklarından olsa gerek, fare, köpek, yarasa, kedi bir kez daha gündemin ön sırasına oturdu.

Sanki Çinliler bunları ilk defa yiyormuş gibi sonuçtan yola çıkarak sebebi sorgulamaya başladılar.

Ancak tren kaçtı ve Çin Seddi bu sefer engel olamayacak kıtalararası dolaşmamıza.

Hamdullah Yıldız

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.