Menderes YILDIRIM
Yanlışları hep tekrar yaşayan İslam alemi 1
Geçmiş; sosyal, siyasi ve dini alanlarla ilgili olarak mazide yaşadığımız -olumlu veya olumsuz- tüm aşamalardır. Maziyi tekrar yaşamak ise meşru veya gayri meşru demeden geçmişi tıpkıbasım olarak yaşamak ya da sindirmediği bir hayatı Hakk’a rağmen kabullenmektir. Müslüman coğrafyaların günümüzde yaşadıkları da bu durumun farklı versiyonlarının resminin ta kendisidir. Değerlendirelim:
Reform ve Rönesanssı yaşamış Batı alemi İsa (a)’dan kurtulayım darken Sezar (sekülerizm/ madde)’ın tuzağına düştü. Orda, -sözüm ona dünyaları mamur(!) gözükse de- Sezar’ın hakkı Sezar’a, tanrının hakkı da tanrıya verilerek din ve dünya yekdiğerinden ayırdı. Yani İsa, Sezar’a mahkûm edildi. Gelelim İslam âlemine: İşin en dramatik yanı da buradadır. Dini koruma adına, ‘dine karşı din’ kullanıldığı anlar oldu ve bu durum hala devam ediyor. Geçmiş yazımızda da bir nebzecik değinmiştik. Meşruiyet ve klasik anlamda Cumhuriyet ile başlayan daha da önemlisi bir Resul Devleti olarak şekillenen devlet yapısı, hemen sonrasında «saltanata» tebdil edildiğinde –kimse alınmasın- her detay düşünüldü. Bizatihi bir Peygamber tarafından kurulan İslam devletinin bu dönüşümüne direnenler; öze dönüşe yönelik çabaların tümü en ağır şekilde, -dönemin Emevî statükosunca- “te’dip, tenkil ve jenoside (komkujî-soykırım)” tabi tutuldu, sindirildi. Bariz örneği, Kerbela’dır. Sorulabilir; peki Kur’an-ı Kerim ve Hz Peygamber (a)’in yaşamı ortadayken; «tevhid’e, meşruiyete» dayanmayan “saltanat ve dikta yönetimleri” nasıl hayat buldu? Cevap: fıtrî değil yapay/laboratuar İslam’ının sunulması ile. İslam âleminde, din gibi sunulan taassup ve hatsallıklara şöyle bir bakalım:
Irkçılık; ümmeti kasıp kavurmakta, katliamlara ve zorunlu göçlere sebebiyet vermiş ve vermektedir. Aynı dine inanan fertler; emellerine engel saydığı bir insanı, bir topluluğu hatta bir milleti yok sayabilmiştir. Başarı ve asayiş; kardeşlerle diyalog ve istişare yerine katliamlarla sağlanmıştır. Hama, Halepçe, Dersim, Palu’da bu izler pek diridir.
Din; Allah’ın tarif ettiği değil de güç odaklarının, dinden ne anladıkları önemsenmiş ve uygulanmıştır. İbadetler pek değişmese de dinin te’vili değiştirilebilmiş; Rey’lerin verileceği merci ve yönetici olarak; Batı’nın bir yerlerini kıble seçenlere, ‘beyaz’ olmasa da ‘beyaz adam ruhu taşıyan’ kişiler akredite edilmiştir.
Mezhepler; müctehitlerin, “tevhid ve İslam’ın daha iyi anlaşılması için” geceli gündüzlü gösterdikleri çabalarının ürünü olarak belirdikleri halde günümüzde; kimi zeminlerde nifak ve niza vesilesi edilebilmektedir.
Ötekileştirme ve tahammülsüzlük; İslam’da yokken karakterimiz olmuş. Gücü eline geçirenler; «Bırak beni konuşayım/ Yine sana danışayım» (Mahzunî) diyenleri, dinleyebilme nezaketini yitirebiliyor. Bunun sonucunda da susturulan/bastırılan çevreler kimi zaman, terörize edilmiş ve ya teröre alet olabilmişlerdir.
Darbeler; İslam âleminde artık bir gelenek halini alıp rutine bağlanmıştır. Darbe ya da ihtilallar; ithal olarak sunulmuş ve despot laikliğin can çekiştiği anların ilk yardımı olmuştur. Darbelerle; toplumun sosyal yapısı ve değerleri üzerinden asfalt silindiri ve tank paletleri geçirilir; ocaklar söner; analar ağlatılır; zor bela yetişmiş bir nesil damgalanıp telef edilir; ırk, mezhep ve zihniyete göre değişik çap ve markada «idam, hapis, sürgün, fail-i malum(!) suikast ve olaylar oluşur. Ve “game over” mehdî niyetine, malum «Sambaba’nın» inayet ve desturlarıyla nurlu(?!) bir «Cumbaba» nihayet gelir. Onlar ermiş muradına, biz gidelim.
Tekrarlar; anlaşılan bizde; ”e’ttekraru murrun, welew kane’d durrun” (tekrar, inci olsa da kötüdür) sözü yerine; “e’ttekraru ehsen, welew kane 180” (tekrar, 180 kez olsa da iyidir) ifadesi ilke olmuştur. Bu sözler, mizah olarak algılansa da bize maliyeti büyük olmuştur. Sözün tek faydası; geçmişi sorgulamayan, hep unutan İslam âleminin –geç de olsa- bu tekrarlar vesilesi ile oynanan oyunların farkına varabilmesidir. //Artık hakikaten İslamî coğrafyalarda oyun bitti. Gelen her olumsuzluk ölü; ölen her güzelliğimiz de meğer hala diriymiş. NFK’nın deyimiyle: “Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek/Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?” diyoruz ki; bu kutsal topraklarda ölüyü artık kimse diriltemez. Dayatılan bu ölü rejimler; yönettikleri halkların dilinden, dininden hiç ama hiç anlayamadılar ve anlamak da istemediler. Haftaya devam. Dua ile.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.