Yaşıyor Muyuz?
Anladım. Anlam verdiğimi sandım bazı şeylere, bazı şeyleri biliyorum sandım. İnsanım ben, ademim, beşerim. Bugün var olduğumu sandım.
Anladım. Anlam verdiğimi sandım bazı şeylere, bazı şeyleri biliyorum sandım. İnsanım ben, ademim, beşerim. Bugün var olduğumu sandım. Sandım ve yanıldım. Hiç olduğumu anladım. Sonra inandım. İnancımla var oldum. İnancımla aklımın sınırlarını aştım. Anlamak, kalmak, var olmak, hiç olmak hepsi inancımla değer buldu. Bana ait bütün sıfatlar, inancımın bulunduğu yerde cem oldu.
Bu kadar değer verecek ne vardı dünyada? Bir geçmişimize takılıyor ayaklarımız tökezliyoruz bir geleceğin belirsizliğinde kayboluyoruz. Etrafımız bizi terk edip giden insanlarla dolu. Daha bugün içlerinde canlılık ve hayatla parlayan gözler, yüzlerine ebediyen kalacakmış gibi yerleşmiş tebessümler, yarın taş ve toprak kadar soğuk, cansız, aciz ve kaskatı bir cesetle karşılıyor bizi. İçlerinde barınan canlılık ait olduğu yere varıyor.
Yaşadığımız an sahip olduğumuz görkemli bir hazineyken geçmişimiz avını kovalayan aç bir aslan gibi, belimizi büken bir yük, ayaklarımıza takılan kurtulmaya çalıştığımız sinir bozucu bir bağ gibi kiracısı olduğumuz anımızda geziniyor. Geleceğimizse dipsiz bir kuyuda ağzını açmış bizi bekleyen bir ejderha gibi bize bekçilik ediyor ve kalan son ânımızı da kaybediyoruz. Hazinemiz bize sadece korku ve elem getiriyor. Halimiz böyleyken dünya bunca değeri hak ediyor mu? Sözlerin en güzelinde çok güzel ifade edilmiş: "Dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir..." (6/32)
Bazı gerçekleri düşünmemek için kendimizi oyalamaktan başka bir şey yapmıyoruz. İçimizde her şeyi yiyip tüketen bir arzu, bir yanda tüm acizliğimiz ve faniliğimiz; fakirliğimiz ve güçsüzlüğümüz ve diğer yanda bize saldıran onca düşman... Bizi bu hengâmeden kurtaracak, selamete erdirecek bir çıkış yolu, varış noktası olmalı. Dayanacağımız bir güç olmalı bunca yenilmişliğin arasında. Bir kalp esenliği, gönül huzurluğu. Kalabalıklardan sıyrılıp yaptığımız hesaplaşma sonucu galip gelen vicdan rahatlaması. Yüzümüzdeki acizliğimizi kabullenişimizden doğan tebessüme bir sebep. Bir amaç ki tüm amaçlar üstünde. Boşverilmişlikten sıyrılmış bir yöneliş olmalı. Bir Hira dinginliği. Bunca gafletin ortasından kaçıp sığınabileceğimiz ana kucağı sıcaklığında bir Hira. O nazik ellerle bir o kadar nazik bedene örtülmüş hakikat sorumluluğu. Bülbülün dikenine rağmen gülü için katlandığı fedakarlık arzusu. Hırçın dalgaların varıp durgunlaştığı bir yatağı olmalı insanın. Öylesine bir dinginlik işte öylesine bir huzur.
Yunus (a.s)' ın karanlığın ve balığın kucağındaki mutmainliği, aczini bilip karanlığın ve balığın sahibine yönelişi. Bu farkındalık, bu eminlik. Tüm karanlıkların, tüm dalgaların, tüm tıkanışların, tüm sıkışmışlıkların, kaderin, kazânın, senin, benim ve tüm kâinatın Rabbi olan Rahman'ın kurtaracağına olan inanç. Bu inanç ayakta tutuyor, değer veriyor tüm yaşanmışlıklara, yaşanacak olanlara. Bu inançla var olduğunu hissediyorsun.
Bu inanç, Yunus( a.s)'ı balığın karnından, Yusuf (a.s)'ı karanlık kuyudan, âlemlerin Güneş'i (s.a.v) ve ikincinin ikincisini (r.a) örümcek ağıyla mağaradan kurtaran. "Korkma! Ümitsizliğe kapılma! Allah bizimle beraberdir!" nidasıyla yankılansın gelmiş ve gelecek olan. Kalbin burkulduğu, gözlerin buğulandığı her an bu nida yankılansın tüm bedenlerde.
Teslimiyet anlam katsın insanlıktan kaynaklanan tüm değerlerimize. Teslim olmuşluğun getirdiği sakinlik ve tatminlikle geçirelim ömür yorgunluğumuzu. Teslim olalım minik bir karıncanın sesini bile işitene. Tüm gariplerin Rabbine, Rezzak olana, Mü'min olana, kendine güveneni emin kılana...
Makbule Güner
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.