Abdulhakim SONKAYA

Abdulhakim SONKAYA

Zilli Start Zurnalı Finiş

Okullarda derslerin başlaması “zilin çalması” ile ifade edilir. Ders zili çaldı, zil çaldı falan… Tabi her şeye takılmamak, her şeyi sorgulamamak lazımdır. Ancak bir şeyin başlangıcını, siftahını ifade eden şeylerin hayır ve şer konusunda bir çağrışımının olduğu da bir gerçektir. Bu nedenle “zil çaldı” ifadesi hiç de doğru ve yerinde bir kullanım değildir. Her ayrıntıya dikkat eden pedagoglar belki bu vesileyle bunun üzerinde de durur.

Bir şeyin başladığı herhangi bir ses ve işaretle ifade edilebilir. Ancak söz konusu talim ve terbiye olunca bunun öğrenci-talip-hoca-öğretmen üzerinde bir etkisinin olacağını da unutmamak gerekir. Böyle olduğu içindir ki namaza çağrı konusunda Müslümanlar ilk andan itibaren çok hassas davranmış, “namaz vakti geldiğinde çan çalalım, ateş yakalım” türü öneriler kabul görmemiştir. Ta ki Hak Teâlâ ezanı göstermiştir.

Zil, çanın küçük olanıdır. Çünkü zil ile çan aynı şekle sahiptir. Sadece biri küçük biri büyüktür. Ve zilin geçtiği deyimler de çok hoş değildir. “Zil takıp oynamak, zil zurna olmak, karnı zil çalmak” deyimleri pek de hoş anlamlar ifade etmiyor.

Karnı zil çalmak, acıkmayı ifade ediyor. Bu da maddi yönü ifade ediyor. Yani karnı zil çalmak, özellikle maddi açlık için kullanılıyor.

Zil aynı zamanda “parasız, pulsuz kalmak” anlamını da ifade ediyor.

Özellikle zil-zurna birlikte daha da çirkin bir anlam ifade ediyor. Nitekim “Zil zurna olmak” deyimi de sarhoş olmak anlamında kullanılıyor.

Zurna sadece nefes gücüyle ses çıkaran bir çalgıdır. Zurnanın deliklerine, “şeytan-cin deliği” adı verilir. Çünkü buradan sadece nefes ve tükürük çıkar. Mesela aynı şekilde nefesli bir çalgı olan ney, tam tersi bir anlam ifade ediyor.

Hani “zurna seküler bir çalgıdır” diyebiliriz. Neden zurna sekülerdir? Çünkü ciğerden çıkan nefesle çalınır. Ciğer de bedenin pompasıdır. Maddi hava alışverişini ifade eder.

Ama kalpten gelen nefha öyle değildir. Özdür, özeldir. Onun için zurna sesi tırmalayıcıdır. Herkese yakıştırılmamıştır.

İşte eğitim zil zurna ile değil ruha, öze hitap eden bir başlama işaretine sahip olmalıdır.

Zurna, salt ciğerden nefesle çalındığı için eğitim sistemi Türkiye’de çekişmecidir. Yarışmacı değildir. Kimin ciğeri daha çok nefes alıyorsa o arkadaşlarını geçer. Sınavlar da bir tür “kimin nefesi ve sesi daha çok çıkıyor” ortaya çıkarmak için yapılıyor. Sınavlar kabiliyetleri ortaya çıkarmak yerine daha çok kaç kişi geride bırakıldı esası üzerine tanımlanıyor. İlk 1000, 10000, 50000 vs. Oysa asıl olan her öğrencinin kendine has, kendi özü olan kabiliyetlerinin orta çıkmasıdır. Ve öğrenicinin rakibi kardeşi değil kendisi olmalıdır. Kendini aşmalıdır. Kendi kendini aştıktan sonra o özüne varmıştır. Kendini aşmışsa kendi kabiliyetlerini keşfetmişse o her türlü başarılıdır. Hatta başarının alasını elde etmiştir. Bu noktadan sonra başkalarının pozisyonu, sıralaması onu hiç ilgilendirmez. İşte yarışmacı sistem budur. Bu; sakin, stressiz, huzurlu özlü bir sistemdir.

Ama mevcut eğitim sisteminde öğrencin başarı standardını öğrencinin kendisi değil yarıştığı kişiler belirliyor. Bu da hasede, çekişmeye sebep oluyor. Öğrencinin kendini ihmal etmesine, tamamen dışa yönelmesine yol açıyor. Sınavlarda aldığı puanlar kendini bulma puanları değil adeta kendini kaybetme puanlarıdır.

Ve sonuç olarak öğrencinin kendisi kayıplardadır. Bu sefer kişi hayatı boyunca kendini bulma arayışına giriyor. Mesleğini, kariyerini buluyor ama kendisini bulamıyor. Tabiri caizse zil zurna oluyor. Ruhu-kalbi zil çalıyor. Manevi açlık yaşıyor. Sesi çıkıyor ama ne dediği anlaşılmıyor. Sesi duyuluyor ama namı duyulmuyor.

İşte böyledir, startı zille olanın finişi zurnayla olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.