Hasan SABAZ
Ateşe körükle değil suyla gitmek
Bir şiddetli fırtına var coğrafyamızda ve bunun karşısında savrulmalar ile yüz yüzeyiz.
Ümmetin durumuna yüreği yanan Müslümanların büyük çoğunluğu “son zamanlarda ne hale geldik!” serzenişinde bulunur.
İşgaller ve katliamlar bir taraftan, sahipsizlik duygusu diğer taraftan içimizi acıtıyor. Mezhepçilik ve kavmiyetçiliğin meydana getirdiği tahribatın ise haddi hesabı yok.
Peki, gerçekten de son zamanlarda mı oluyor felaketler?
Ümmet önceleri huzur içinde İslam’ı yaşıyor ve davet görevini gereğince yerine getiriyordu, cihad ile hem davetin önündeki engeller kaldırılıyor hem de İslam’ın izzet ve şerefi muhafaza ediliyordu, öyle mi?
Ne kadar geriye doğru gittiğinize bağlı bu; ama maalesef tablo hiç de parlak değil.
Son on yılda Irak ve Afganistan işgalleri, Filistin’de katliamlar,
10 yıl daha geriye gidince körfez savaşları, Somali işgali, Çeçenistan katliamları,
10 yıl daha geriye giderseniz Hama ve Halepçe katliamları, İran-Irak savaşı, Assam katliamı, Lübnan işgali ve iç savaşı,
70-80 arası israil’in Mısır ve Suriye’deki işgalleri, Afganistan’ın Ruslarca işgal edilmesi…
Evet, maalesef on yıllık periyotlarla geriye dönüp bakıyorsunuz ki, dün bugünden çok da parlak değil.
Sadece 10 yıllar değil biraz zorlasanız bunu 100-150 yıla hatta daha da geriye götürebilirsiniz.
Haçlı katliamları ve Moğol vahşetini de anmamız gerekir herhalde.
Ve Endülüs dramını…
Müslümanların kendi değerlerinden uzaklaşması beraberinde felaketleri getiriyor.
İnanç değerlerimizi, büyük birikimimizi bir tarafa bırakıyor, sadece yorumlardan kaynaklanan ve dönemsel olarak ortaya çıkan yanlışların peşine düşebiliyoruz.
Ümmeti bir araya getirebilen bir Selahaddin’den mahrumuz maalesef.
Bir de kaos, kargaşa ve bozukluklarımızdan başkalarını sorumu tutuşumuz var ki, bizi hiçbir zaman doğruya ulaştırmaz.
Problemi her zaman içimizde arayalım.
Amerika ya da diğer küresel emperyalist güçler topraklarımızı işgal ediyorsa bunun sorumlusu içimizdeki işbirlikçi hainlerdir.
Bizler mezhep, meşrep ve etnik farklılıkları dinimizin önüne çıkarmazsak işgalciler kolaylıkla hareket edemez bize karşı.
Elbette ki, farklılıklara tahammül etmeli, dayatmacı, aşağılayıcı, rencide edici bir dil kullanmaktan özenle kaçınmalıyız. Bunda da en büyük görev alimlere düşmektedir ki, maalesef o dil ve tavrı da göremiyoruz.
Özellikle de oluk oluk kanların aktığı bir dönemde ümmetin maslahatını düşünmek, fitne ateşine odun taşımamak son derece önemlidir.
Elbette bu durumda soğukkanlı düşünebilmek çok zordur; işte biz de aklı başında birilerinin bu zorluğa talip olmalarını bekliyoruz.
Geçmişte yaşananlardan yola çıkıp bugüne gelmenin, bugün dökülen kanlar üzerinden intikam yüklü bir tarih yazmanın da faydası yoktur.
Tevbe kapısı kıyamete kadar açıktır.
Yanlışlardan dönüp yeni yanlışlara kapıyı kapatırsak ne kaybederiz?
Gayri Müslim memleketlerin idarecileri birbirleriyle diyalog kurabiliyorken, Müslüman yöneticiler gayri Müslimlerle diyalog kurabiliyorken, Müslümanlar birbirleriyle diyaloga yanaşmıyor.
Aslında bundan büyük felaket yok!
Ama bu bizi umutsuzluğa düşürmemeli.
Yanlışlar kadar doğrular, ihanetler kadar yürekli çıkışlar da vardır tarihimizde.
Mesela şu sözlerin altına her Müslüman imzasını atabilmelidir:
“Müslüman kimliği, her türlü mezhebi, meşrebi, coğrafi, etnik, siyasi ve politik aidiyetin üstündedir. Hiçbir yapı, İslam kardeşliğini ve vahdetini bozmaya yönelik çalışmalara izin vermemelidir. Kur’an ve Sünnet, insanların birbirine canını, kanını, malını ve ırzını dokunulmaz kılmıştır. Haksız yere bir insanın kanını dökmek, dini bakımdan en büyük cürüm olarak kabul edilmiştir. 1400 yıldır bütün farklılıklarıyla bugünlere gelen bir toplumu dini, mezhebi ve etnik temellere dayalı bir yapı ile yönetme imkanı yoktur. Hiç kimse ya da hiçbir grup, bir başkasının inancına, değerine ve düşüncesine savaş açamaz. Herkes yaşadığı topraklarda tarihsel birikimine uygun olarak özgürce yaşama hakkına sahip olmalıdır.”
Mehmet Görmez’e ait bu sözler.
“Laik rejimin Diyanet İşleri Başkanı” deyip küçümsemeyin.
Kan akan bölgelerde de alim ve idareci pozisyonunda olan kişiler birbirlerine karşı cihad ilan etmek yerine bu sözleri söyleyebilselerdi sorunlar büyük oranda halledilebilirdi.
Ateşe körükle değil suyla gitmek doğru olandır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.