Mehmet GÜLSEVER
Biz Halen kart-kurt muyuz?
Sabit, statik bir eğitim müfredatı zaman içerisinde işlevsizleşir ve ihtiyaca cevap veremez. Bu nedenle eğitim sistemlerini ve müfredatlarını daima takipte tutup toplumun değişen özelliklerini ve ihtiyaçlarını da dikkate alarak yenileyen, revize eden toplumlar, bu alanda daha başarılı ve özgün eğitim modelleri geliştirmişlerdir.
İlimde önde olan toplumlar da tarih boyunca diğer toplumlara öncülük etmiş ve medeniyet üretmiş müreffeh toplumlar olmuşlardır.
Bu manada yaşadığımız ülkede de özellikle son 10-15 yılda eğitim alanında değişim ve dönüşüm çabası oldukça fazla olmuş, takdire şayan gelişmeler de gerçekleşmiştir.
On yıllarca okutulan ezberci, bilgi hamallığına dayalı, hazırcı, düşünmeyi ve üretmeyi dumura uğratan, tekçi, tek tipçi eğitim modeli ve müfredatı dayatıldı topluma. Yasal ve anayasal metinlerle de adeta bu model kutsanarak dokunulmaz kılındı. Yani “rejime dokunulmazlık” zırhı rejimin ürettiği bütün kurumlara, ürettiklerine ve sonuçlarına teşmil edildi. Böylece rejimin eğitimini, ordusunu, ekonomisini, diplomasisini eleştirmek büyük suç sayıldı. Bu genetik kodlanma toplumu; yeniyi, iyiyi ve güzeli yakalamada güdük kıldı.
Bilindiği üzere Milli Eğitim Bakanı taslak bir müfredat hazırladı ve kamuoyunun tartışmasına ve katkısına sunarak bir aylık bir süre sonunda kesin müfredata ulaşmayı hedefledi. Birçok eksiğine rağmen nispeten doğru bir yöntem ile yol alındığına kanaat ediyoruz.
Taslak müfredatı yüzeysel de olsa inceledim. İçerik olarak daha hayatın içinde olan, düşünmeye, öğrenmeye, araştırmaya ve üretmeye dönük öğrenci merkezli “az bilgi çok ilgi” şeklinde özetlenebilir bir müfredat… “düşünüleni öğreten” değil “düşünerek öğrenme” eksenli olduğu söylenebilir.
Ancak her meselede olduğu gibi bu meselede de Türkiye toplumunun önemli bir kısmı, yani Kürd'ler yok sayılarak hazırlanmış bir müfredattır bu. Yani zihinsel genetik kodlanmada hiçbir değişim yok gibi.
Zaten anadilde eğitim olmadan Kürd'lerin kimliksel ve kültürel haklarının tekamül etmesi imkansızdır. “Kafalardan” sonra sorunun temelini teşkil eden anayasal değişim süreçlerinin hiçbir yerinde de bu mesele gündeme dahi gelmedi/gelmiyor. Hiç değilse “müfredat” ile birazcık olsun gönül alınabilirdi. Yani “yol arkadaşlığı” daha kolay hale getirilebilir, silahlı, ayrılıkçı, batılı, lejyoner Kürd'lerin eli zayıflatılabilirdi.
Dördüncü sınıfa giden ikiz kızlarım ev ödevi kapsamında ders kitabında sorulan soruyla ilgili olarak “baba en çok beğendiğin iki Türk büyüğünü sebebiyle söyle” dediler. Ben de “Selahattin Eyyubi ve Fatih Sultan Mehmet” dedim. İkisi birden çocukça bir tepki ile “babaaaa…” dedi. Tepkilerinin sebebini anlamıştım.“Selahaddin de Kürd büyüğü kızlarım” dedim. Biliyorlardı ama “kitapta” yoktu yeri. Mahcup, utangaç, ve sıkılgan bir eda ile “ama kitapta yoook…” dediler ve sustular. İçim acıdı. Büyük bir ikilem yaşadım. Travmadan kurtulmak çok zor oldu. Ya “niye kitapta bu da yok” diye sorsalardı… Belki de bu “yasak” ve “günah” soruyu kendilerine sordular ve cevabı da, benim yaptığım gibi içlerinde yaşayan, gençlik ve yaşlılık yıllarında da hiç büyümeyen bir “çocuk” olarak kalacaktır. Babam da bu soruma cevap verememişti. Hatta babam İnönü'nün korkusundan babasına soramamıştı bile.
Ben de bu soruyu sayın Milli Eğitim Bakanı'mıza havale ediyorum. Ortaklığın, kardeşliğin ve “tek vatan” olmanın gereği olarak; Kürd'lerin tarihini, edebiyatını, kültürünü ve müziğini tatmin edici bir düzeyde yeni müfredata almasını öneriyorum. Selahaddin ve Fatih'i ikizleştirmesini öneriyorum; şayet kendisi de bizim buz üzerindeki “kart-kurt” tan türedi bir kavim olduğumuza inanmıyorsa…
Şeyh Said'in torunlarına karşı, Şeyh Said'in cellâtlarıyla aynı safta ve kafada olan HDP'liler de sahneden alınarak bu meseleyi savun-ma imkânları ellerinden alındığına göre bu mesele sayın bakana, hükümete ve Ak Parti'ye kalmıştır.
Bakın ikiz kızlar “baba unut!” diyorlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.