Gezen Tavuk mu Kümes Tavuğu mu? Değişim Nerede Başladı?
Günümüzde özellikle hazır gıdalar hakkında her önüne gelen haklı haksız, bilgili bilgisiz konuşuyor medya da bunu kendine görev addetmiş sürekli ortalığı velveleye verip insanların kafasının karışmasına çanak tutuyor böyle olunca da insanlar ya tamamen in
Günümüzde özellikle hazır gıdalar hakkında her önüne gelen haklı haksız, bilgili bilgisiz konuşuyor medya da bunu kendine görev addetmiş sürekli ortalığı velveleye verip insanların kafasının karışmasına çanak tutuyor böyle olunca da insanlar ya tamamen inzivaya çekilip ne varsa reddedip kendi ürettiğini tüketmeye başlıyor. Ya da aman boş vericiliğe başvurup şeytanın da desteğiyle tüm vebali birilerine yükleyip kurtulduğunu zannederek bu konuda su koy veriyor tabiri caizse.
Peki, gerçekten bu konuda ne yapmamız gerekiyor internette ki arama motorlarından yardım mı almalıyız ya da uzmanların görüşüne mi başvurmalıyız. Olaya başından başlayalım bence; bu duruma nasıl geldik?
Öncelikle 1900’lü yılların başı ve 1. Dünya savaşının bitimiyle Dünya da hızlı bir ekonomik değişim başladı (zaten savaşların en büyük temellerinden ve amaçlarından biri budur) insanlar bu ekonomik değişimle beraber endüstriyel ürünlerle tanışmaya başladılar margarin, salam , sosis, marshmallow çikolata ve türevleri gibi…. Ayrıca doğal olarak evlerinde ürettikleri yoğurt, peynir, salça gibi ürünlerde fabrikalar da üretilmeye başladı. Haliyle de insanlar sofralarına giren bu ürünlerden şüphe duymaya başladı çünkü doğal olarak ürettikleri ürünler kendi yaptıkları gibi değildi. Ne şekiller benziyordu ne tatlar ne kokular bu durum da ister istemez şüpheleri beraberinde getiriyordu. Ayrıca bu üreticiler öyle güzel reklamlar ve yayınlar yapıyordu ki yeni nesiller bu tuzaklara düşüp bu gıdaları temel besinleri haline getiriyorlardı. Neler mi yapıyorlardı; margarinle beslenip sağlıklı yetişen nesiller, zeytin yağların da kolesteroller, işte sizi uçuracak gıdalar yok hızlı büyüten sütler, yoğurtlar gibi gittikçe uzayan bir liste ve propaganda zinciri tabi ülkemiz açısından bu şüphelerin en başı Marshall yardımları olarak bilinen gıda yardımlarıydı. Süt tozları, yoğurtlar, makarnalar Vs. yardımı gönderen ABD olunca çok ta iyi niyet aramamız beklenemezdi haliyle.
Şimdi gelelim asıl konuya, bizi bu şüphelere düşüren şeyler gerçekten gerçek miydi?
Yıllarca bu konularda yayınlar yapıldı yok E-kodları, yok içinde domuz yoktur yazıları falan işin karmaşıklığını arttırdı çünkü bu ürünler bizim kültürümüzden değildi. Ve en korkunç tarafı bunların içerdiği yardımcı malzemeleri biz üretmiyorduk. Üretim burada olmadığı için üretim teknolojisini de bilmiyorduk mesela en basit limon tuzunu bile bize anlatacak bir mühendisimiz yoktu, o dönemler biz limon tuzunu limonun sıkılıp kurutulması olarak algıladık oysa durum zannettiğimiz gibi değildi. Çünkü limon tuzu (E230-sitrik asit) şekerin enzim yoluyla parçalanıp etil alkol ile kristallendirilmesi sonucu elde ediliyordu ve bizde masumca yediğimiz şeye limon sıkılmış zannederek tükettik nasıl olsa pakette “İçinde domuz yağı ve türevleri yoktur” yazıyordu yalan değil analiz yapsanız çıkmaz.
Biz bunları ancak üretim sahasına girip hammadde ve yardımcı malzemelerin nasıl üretildiğini gördüğümüzde, incelediğimiz de anladık buradan şuraya gelmek istiyorum bizler sadece kendi aramızda tartışarak veya söylenti bilgilerle bir yere ulaşamayız. bu konuda mutlaka yapılmış araştırmaları ciddi kontrolleri ve güvenilir Helal sertifikalama kurumlarına güvenmeliyiz.
Mesela Dr. etiketli birileri ekranlara çıkıp işte tavuk gerçeği, yamyam tavuklar veya yoğurt yemeyin süt içmeyin! Gibi dalgalandırıcı ifadeler kullandı. Ne yapalım peki? Yoğurdunuzu kendiniz yapın tavuk besleyin, gerçek yoğurt ekşir gerçek tavuk eti kahverengidir gibi bir sürü lafla tüketici üzerinde belli belirsiz etkiler oluşturmaktalar oysa bu insanlar hayatlarında ne bir süt işletmesi ne de tavuk işletmesi görmüşler ne de bu konuda ciddi bilimsel araştırma ortaya koymuşlar.
Öncelikle şunu belirmek isterim ki bir konu hakkında bilgi veriyorsanız üzerinizde ki etiketin hakkını vererek yaptığınız araştırmaların sonuçlarını ortaya koymalısınız yoksa hiçbir şey ifade etmez o dedikleriniz. Bizler Müslümanlar olarak muhakkak yediğimize içtiğimize dikkat etmeliyiz araştırmalı ve sorgulamalıyız. Bunu yaparken de doğru bilgi kaynağına, kaynağın tecrübesine ve uygulamalarına bakmalıyız. Hakkında çokça şüphe oluşturulan gıdalardan olan etlik (broiler) tavuklar hakkında saha tecrübelerimi paylaşmaya çalışacağım inşallah faydalı olurum. Doğrular Allah(cc)’tan eksikler bizdendir.
Dünya da bilinen 20 civarı saf tavuk ırkı bulunmaktadır, bu saf ırkların içerisinde Türkiye de melezlenmiş yaklaşık 6 ırk bulunmaktadır. Bunların hemen hepsi de yumurtacı ırktır. Denizli horozunu saymazsak Onun da menşei tam olarak bilinmemektedir yani uzun lafın kısası orijinal saf ırk diyebileceğimiz bir köy(!) tavuğumuz yoktur. Sadece yaşadığı yere göre sosyal statüye sahip tavuklar vardır. (Köy, dağ, çiftlik…vb) Peki günümüzde ki endüstriyel tavukların bizim köy tavuğu dediklerimizden ne farkı var, birinin geç pişip diğerinin kısa sürede pişmesi normal mi ya da 45 günlük tavuk olur mu? Bunlar kesilmez ise ölür mü? Gerçek tavuk gerçekten kahverengi etli mi olur? Bunların yedikleri ile köyümüzde yetişenlerin yedikleri arasında ne farklar var ve bunlar tavuk etinin yapısını bozar mı? Gibi onlarca soru gelmektedir.
“1930’lu yıllardan beri ıslah çalışması devam ediyor”
Öncelikle şuradan başlayalım; endüstride yetiştirilen bu ırk laboratuvarlarda çeşitli ilaç ve hormonlarla elde edilip yamyam bir ırk olarak insanların felaketi için mi yetiştirildi? Kesinlikle hayır, bu ırk 1930’lu yıllarda başlayan tür ıslahı çalışmalarıyla başlayan süreç sonucunda oluşan farklı ırkların çiftleşmesi sonucu oluşan melez bir ırktır ki bu zaten etrafımızda fazlaca gördüğümüz bir durum; melezleme sonucu oluşan katır gibi. Veya farklı çiçek türlerinin tozlaşma sonucu değişik renklere bürünmesi, erikle şeftalinin melezlenmesi sonucu oluşan zerdali vb. Hülasa bu tavuklar laboratuvar da yetişmiş yamyamlar değildir.
Yediklerine gelince; buğday, mısır, arpa, ayçiçek yağı posası, mısır yağı posası, soya gibi protein kaynaklarının yanı sıra %3-5 arası kan ve kemik unu ve %1 çeşitli vitamin mineral karışımları ile beslenmektedir. Sosyal statüye sahip olanlar ne yiyor sadece buğday ve mısır mı? Tabi ki de hayır canlı cansız ne bulduysa (solucan, kurtçuklar, eklem bacaklılar, fare vs.) tüketebilen bir hayvandır.
İşte bu durumda İslam fıkhı şu ölçüye bakar ‘’Bu hayvan günlük gıdasının yarıdan fazlasını bu tarz necis şeyleri tüketiyorsa ‘’Cellale’’ olmuştur yani eti kirlenmiştir der ve hayvanın 3 gün hapsedilip temiz yemler ile beslenip tüketilmesini tavsiye eder eğer bu oranı geçmiyorsa hayvanın eti temiz hükmündedir. Çiftlikte yetişen hayvanın günlük yediği yem miktarı 170-190 gram arasındadır içindeki necis diyebileceğimiz yem oranı ise çok düşüktür şimdiye kadar yapılan incelemelerde hayvanın etine zarar veren bir durum tespit edilmemiştir.
Bu hayvanlar etçi melez bir ırk oldukları için çabuk et bağlamakta ve hızlı büyümektedir, kesim için gereken ağırlığa ulaştığında da kesime gönderilir. Yaklaşık 2-2,5 kg kadar ağırlık yeterlidir bundan sonrası maliyetleri arttırır, öyle piyasa da dolaşan efsane gibi kesilmeyince ölmezler, isteyen birkaç tane alıp uzun süre besleyebilir.
İlkel sosyal statümüzde yaşayan hayvanlar ise her bulduğunu yemektedir. Köy tavuğu yumurtası mı, gezen tavuk yumurtası mı yoksa kafes tavuğu yumurtası mı daha sağlıklıdır? Şunu baştan belirteyim ki besleme değeri bakımından aralarında hiçbir fark yoktur. Köy tavukları elbette arazide yeşil otları yerler ama gübreliklerde büyük baş hayvanların sindiremediği arpa, buğday tanelerini ya da buldukları solucan ya da böcekleri de yerler. Köyü bilen bir insan eğer biraz da takıntılıysa kesinlikle köy tavuğu yumurtası yiyemez. Bir kümes içinde gezen tavuk ile kafeste beslenen tavuk arasında yumurta özellikleri bakımından hiç bir fark yoktur. Çünkü ikisi de aynı yemi yer ve gezmenin yumurta üzerinde olumlu ya da olumsuz hiç bir etkisi bulunmaz. Kafeste yetiştirilen tavuklar hareket etmedikleri için enerjilerini daha çok yumurta verimine harcarlar ve gaitaları ızgaradan alta düştüğü için yumurtaları temiz olur.
Bu hayvanlarla ilgili Müslüman bir toplum olarak duyacağımız tek endişe kesim şartlarıyla ilgilidir, besmeleyle ve elle kesiliyor mu veya yolum esnasında necis olabilecek bir durum söz konusu mu?, Burada ki şartları günümüz kesimhanelerine göre uyarlayacak olursak elle teker teker kesilmeli 2.5 dk kanı akıtılmalı daha sonra maksimum 54 C’yi geçmeyecek buhar veya sıcak suda 3 dakikayı geçmeyecek şekilde tüylerinin yumuşatılıp tüylerinin yolunması gerekmektedir. Bu sıcaklıkta ki su veya buhar hayvanın deri yapısını bozmadığı için deri altında ve vücutta herhangi bir tahribat yapmamakta ve necaset bulaştırmamaktadır. Bunları saha incelemelerimde bizzat denedim.
Türkiye de yaşayan farklı cemaatlerin fıkıh Hocalarının da üzerinde ittifak ettiği standartlar bu şekildedir. Sonuç olarak bu hayvanlar kontrollü bir şekilde beslenip uygun şartlarda kesilirse tüketilmesinde hiçbir beis yoktur ve ülkemizde devlet dahil en sıkı kontrol edilen sektör beyaz et sektörüdür.
Sonra ki yazım da buluşmak duasıyla Allah’a emanet olun
Timuçin GÜNESEN | Kimyager/Gıda Uzmanı
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.