Her simge iyi midir?

Dozajı fazla yüksek olmasa da yine kavga gürültüyle bir “1 Mayıs” daha “kutlandı”.

Dini bir terim olan “kutlama”nın Marxist terminolojide nasıl bir mutasyona uğradığını bilmediğimden dolayı “kutlandı” kelimesini tırnak içinde kullandım. Bu durumu da şaşkın “sol”umuzun çelişkilerinden biri olarak bir tarafa not edelim.

Konumuza dönersek…

“Taksim’de kutlayacağız” inadı ile “İzin vermeyeceğiz” inadı, ortamı iyice gerginleştirdi. Yer yer olaylar çıktı, yaralananlar oldu.

DİSK, KESK ve solun ağırlıkta olduğu kurum ve yapılar Taksim için ısrarlıydılar.

Sebep ise Taksim’in simge olmasıymış. Bundan dolayı da vazgeçilmezmiş.

Simge olabilir de her simge iyi bir şeyi anlatmıyor ki…

Mesela Ebu Cehil küfürde inat etmenin simgesidir. Yezid ve Haccac zulmün ve Allah’a isyanın simgesidirler.

Hitler, ırkçılığın ve imhanın simgesidir.

Yankeeler Kızılderili katliamının simgesidir. Kadınların giydiği yüksek topuklu ayakkabılar, tuvalet kültürünün olmayışının ve pisliğin simgesidir.

Baas ismi ya da Saddam ve Esad isimleri kitlesel kıyımların, işkence ve tecavüzlerin simgesidir.

Bunlar genele teşmil edilmez tabi. Kimi simgeler unutulmamalı.

Evet, kimi simgeler de dünyevi ölçülerle iyi şeyler anlatmaz; ama hatırlamak ve hatırlatmak gerekir ki, unutkanlığa müptela olan hafıza tekrar aynı tuzaklara düşmesin. Mesela Kerbela, zulüm ve isyan karşısında teslimiyet ve direnişin simgesidir ve anılması yüce değerlerin ayakta tutulması açısından önemlidir.

Peki Taksim neyin simgesidir?

Meseleyi izah açısından Gülay Göktürk’ün 2 Mayıs tarihli yazısından bir bölüm alıyorum:

“Taksim, işçi sınıfı açısından bir simgeymiş! Onlar açısından kutsalmış. (…)

Evet, Taksim “işçi sınıfı mücadelesi” açısından bir simgedir gerçekten de... Ama orada kutlama yapmaya çalışanların sandıklarının aksine, o mücadelenin düşüşe geçmesinin simgesidir. Türkiye’nin en etkili işçi konfederasyonu olan DİSK’in TKP’nin kontrolüne geçişinin tamamlandığı, işçi kitlelerinin, onları kurtarmaya soyunan “profesyonel devrimciler”le bir arada bulunmanın tekin olmadığını en açık şekilde anladıkları ve kopuşun inkâr edilmez bir biçimde netleştiği tarihtir.

1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı, işçi dayanışmasının ve kardeşliğinin değil, kinin, öfkenin, düşmanlık ve rekabetin kol gezdiği bir alandı. İşçilerin bölük bölük edildiği, her bir bölüğün bir sol fraksiyonun eline geçtiği, gözü dönmüş fraksiyon şeflerinin o meydanı kendi gövde gösterilerini yapacakları bir alan haline getirdiği bir meydan...”

Evet, 1 Mayıs 1977’de 34 kişinin öldüğü, 136 kişinin yaralandığı olaylar yaşandı.

Sol gruplar uzun süre birbirlerini suçladıktan sonra oklarını istihbarata ve “derin devlet”e yönelttiler.

En çok suçlananlar Perinçek’e yakın Maocu gruplardı.

Bir dönem Marxist ideolojinin önde gelenlerinden Halil Berktay o tarihte meydanda nasıl bir ortam olduğunu şöyle anlatıyor:

“Belli başlı 4 ana akım vardı. Bir de bunların alt unsurları vardı. Birinci grup, eski ve en barışçı, demokratik ve reformcu bir çizgide olan, Avrupa komünizmini savunan Mehmet Ali Aybar ve çevresi. Yani eski TİP önderliği. İkinci grup, esas karargahı yurtdışında olan, Türkiye içinde yarı legal bir örgütlenmesi olan Türkiye Komünist Partisi’ydi. Üçüncü grup ise TKP’nin zıt kutbunda, maalesef, benim de içinde bulunduğum, Çin taraftarı Maoculuk’tu. Şimdi bunları anlatırken kendi kendime bu zırvalara bir dönem nasıl inandığımı düşünmeden edemiyorum. Bunun dışında Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği grupları vardı. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın uzantısı gruplardı bunlar. Bunlar da farklılıkları olmakla birlikte Maocu çizgide yer alıyordu. Herkes yüzde yüz saf Marksizm’i arıyordu. Her fraksiyon kendi örgütüne yakın olduğu ülkeye olağanüstü bir bağnazlık ve dogmatizmle sarılıyordu. Diğerleri emperyalizmin ajanı olarak görülüyordu. Bütün bu örgütler arasında korkunç bir düşmanlık vardı. Solun büyük kesimi silahlıydı. Şiddeti tümüyle reddeden barışçıl bir sol o dönemde var olamadı.”

Bana öyle geliyor ki, Taksim’de ısrarın nedeni orada öldürülen 34 kişiyi anma değil, maziye bir yolculuk yapma, titreyip kendine gelme çabasıdır.

Sol, güçlü fraksiyonlara sahip olduğu o dönemi özlüyor. Devrim marşlarını…

Gezi’de Taksim’den devrime bir kapı açıldığını düşünüyorlar ve o kapıyı zorlamak istiyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.