Said BURAK
Kelebek gibi yaşamak
Ahmet Yasin, elinizden öper ortanca oğlum olur… Beşinci sınıfa gidiyor. Geçenlerde salona çıkarken baktım o da lavabodan çıkıyor; abdest almış, henüz yen ve paçaları bir büyük adam gibi sıvalı. Çocukluğun safiyeti ve abdestin nuru yüzünde dalga dalga. İçimde, mutluluktan bir derya kaynadı ve nereden aklıma gelmişse gayri ihtiyari, "Babasının kelebeği!" dedim.
Baktım, yenlerini indirmekle meşgul Ahmed'in yüzünde hoşnutsuzluk işaretleri... Henüz abdest suyuyla ıslak o çocuk yüzde, hoşnutsuzluk alametleri bile bir başka güzel. "Niye yüzün buruştu, oğlum? dedim. O, "Ama baba, kelebeğin ömrü kısa olur." dedi. Beşinci sınıfa gidiyor ya, o da bir şeyler öğrenmiş. "Oğlum; kısalığından sana ne, güzelliğine baksana!" dedim. O an için aklımda olan, kelebeğin sîretinin (yaşam) güzelliğiydi, sureti değil. Ne kadar ikna oldu bilmiyorum, ama yüzündeki umursamaz ifade kendi düşüncesinde direndiğini söylüyordu.
Çocuklarda somut zeka soyut zekadan fazlasıyla öndedir. Soyut zeka sonraları gelişen bir olgudur. Onun için hayatın niteliğinden (nasıllık) çok niceliğini (miktar) önemsiyor olmaları çocuk için bir ayıp değildir. Belki normal gelişim süreci içinde en doğal olanıdır. Ama hayatın nicelik ve niteliğini tecrübe etmiş belirli bir yaşa gelmiş bizler için durum nedir? Bu kadar tecrübeden sonra şimdi işin neresindeyiz?
Nicelik mi nitelik mi sorusuna gelebilecek cevapları düşündüm de şunları bulabildim.
1. Aman, hayat olsun da nasıl oluyorsa olsun.
2. Hayat güzel olsun da Allah bir an önce ömrümü alsın.
3.Hayat hem güzel olsun hem de uzun olsun.
4.Hayatın güzelliği de uzunluğu da artık umurumda değil.
Bütün bu cevapların, üzerinden yükseldiği ortak bir temelin olduğunu düşünüyorum. Sonradan böyle dört dala ayrılmışlarsa da bunların bir kökten yükseldiğine inanıyorum. O ortak kök, tüm insanların kalbinin en derin noktasından çıkan sesin, hayatın niceliğinden daha çok niteliğine dua olduğudur.
Bakın birinci grup, güzellikten yana bir şey biriktirmemiş, bu yüzden de ne kadarın değil, nasıl bir yaşamın sorulduğu yere gitmek istemiyor. Orada olacakları bildiğinden buradaki en berbat hayata da razı. Yani o da asıl olması gerekenin hayatın güzelliği olduğunu içten içe biliyor ama nefsine uymuş işte.
İkinci grubun hayatın niteliğine dair duruşu saklı değil. Allah'ı razı edecek bir duruşu göstereyim, hayatın uzunluğu umurumda değil. Grubun sözlerinden "asıl olan hayatın niteliğidir vicdani gizli sesini" kulak ardı eden mazilerinden mustarip oldukları anlaşılıyor.
Üçüncü grubun sözümüzü nefi eden bir tarafı yoktur. Zaten hayat istenen bir şeydir. Güzel olduktan sonra uzunluğunda problem yoktur.
Dördüncü grup hayattan bıkmıştır. Güzelliği de umurumda değildir, dediklerine bakmayın. O, bir bezginlik hali içinde söylenmiş klişe bir sözdür. Aslında insanın en kalbi arzusu olan güzelliği yakalamadıkları için, hayatın süresi de artık onlar için önemsizleşmiştir.
Evet, insan ruhu güzelliğe meftundur. O, güzel olan fıtratından uzaklaşalı, sazlıktan koparılan ney gibi acı acı türküler söyler oldu. Yüce Allah bu gözyaşlarını silecek mendiller veriyor: "Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir." Güzel söz, güzel amel ve yalnızca "O"…
Kelebek gibi yaşamak demiştik…
Unutmayın, Mü'min kelebeğe benzer. O, en güzel yerlere konar ve konduğu dalı da eğmez. Zevk şairi Baki niye söylemiş, umurumda değil, benim için, "Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş." dizesinde geçen "hoş sada" mü'minin ta kendisidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.