Mehmet YAVUZ
Kurban her yıl Hacc’a mı denk gelir?
Hacc, bu yıl da kurbana denk geldi” cümlesi, memleketteki Müslüman(!) medyanın cehalet boyutunu ortaya koyan galat-ı meşhurdur.
Allah-u a’lem, son demlerini yaşadığımız bu dünyanın İslam coğrafyalarında husule gelen hadiseler, bu galat-ı meşhuru, lügat-ı fasihten evlâ hale getirmeye namzet görünüyor.
Ağustos ayının ortasından bu yana, Mısır’da ‘onursuz-kukla’ Sisi cuntası tarafından katledilen şehitlerin sayısı, beş binin üzerine çıkmış durumda. Geçtiğimiz hafta ise elli bir kişi daha şehid edildi.
Türkiye de dâhil olmak üzere İslam dünyasının çaresizliği, acziyeti ve zelil sükûtu içinde giriyoruz Kurban’a.
Dünya hâkimiyetini bila kayd u şart Amerika’ya vermeyi İslami hizmetten sayan kimi çevrelerin, İhvan’a ve aziz şehidlerine insafsızca dil uzatmaları da cabası.
Mısır’daki hadiseler, Mısır’lı “Müslüman Kardeşler”imizin kurbanlarını Hacc’dan önce Rab’lerine sunduklarını gösteriyor.
Ne adına? Tabi ki varlığımızın gayesi olan “Evrensel Değerlerimiz”i hayata hâkim kılma ve koruma adına.
Siyonizmi reddetme ve Kuds-u Şerif davasına bedeli ne olursa olsun sahip çıkma, Gazze’nin can damarı olan Rafah sınır kapısını açık tutma, bu mukaddes gayeye hizmet içindir.
Çok uluslu emperyal şirketlerin Müslüman halkın cebinde olan ellerini kesme ve kukla Arap şeyhlerinin despotik monarşizmi altında inleyen mazlum ve mustaz’af halklara örneklik teşkil etme hususlarının cümlesi, bu kutsal gayeye matuftur.
Küresel oyun kurucuların insan hakları, eşitlik, yaşam hakkına saygı gibi kamuflaj kelimelerin arkasına gizledikleri iğrenç yüzlerini açığa çıkarmada bir beis görmemelerinin sebebi budur.
Âli menfaatleri uğruna, halkı Müslüman ülkelerin yöneticilerine diplomatik nezaket seremonisi uygulayan ‘gestapo şefleri’nin, bir anda ‘katiller sürüsü’ne dönüşmesi bundandır.
İhvan’a yaşam hakkı tanımayıp onu tamamen yok etmek istemelerinin esas nedeni de budur.
“Mimsiz Medeniyet(Alçaklık)” olarak adlandırdığı Batı medeniyetini aklî deliller ve muknî bir üslupla ilzam eden Bediüzzaman Hazretlerinin naaşını bile yok etmek istemeleri, bu hakikatten kaynaklanmaktadır.
Merhum Ali Şeriati’nin Hac isimli kitabında sorduğu, “İsmail’ini kurban ettin mi, İsmail’ini belirle, İsmail’in kimdir ya da nedir?” sorularına en doğru ve güzel cevabı, son tahlilde Kurban ve Hacc mevsimi gelmeden veren, İhvan’ın aziz yöneticileri değil midir? Esma’larını, Habibe’lerini, Aişe’lerini… Kurban eden Hayrat Şatır’lar, Muhammed Bilteci’ler, Ahmed Abdulaziz’ler… En değerli varlıklarını yani merhum Şeriati’nin ifadesi ile İsmail’lerini kurban vererek adaklarını yerine getirmediler mi?
Rabbe kurban edilecek İsmail’ler çetelesinde, en son sıralarda bulunan varlıklarını dahi feda etme konusunda tereddüt içinde olan bir gafil olarak bu azizleri selamlıyor ve acılarını paylaşıyorum.
Bu mazlum coğrafyada “değerlerimizi koruma” adına mal ve canlarını Allah’a satarak İsmail olmayı tercih eden bayram öncesi kurbanlara da selam olsun.
Selam olsun Ata’lara, Davut’lara, Abdusselam’lara, Vasfi’lere, Hediye’lere, Aişe’lere, Maşallah’lara! Peygamber aşkını küçük yüreğine sığdırabilen Sümeyye’lere, Ubeydullah’lara…
Ve selam olsun “Fe minhum men qada nahbehu” sırrına ‘eren’lere yârenlik etmiş, “Ve minhum men yentezir” ahdine sâdık, Yusufî medresenin ve Hicret diyarının aziz ve azizelerine!
Niyazi-yî Mısrî’nin dediği gibi:
“Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu heba,
Yola geldim, lakin göçmüş kervan bîhaber.
Ağlayıp nâlân edip düştüm yola tenha, garip,
Dide giryan, sine büryan, akıl hayran bîhaber.”
Ömrü heba olmadan İsmail’ini feda etmeyi öğrenenlerden olmak temennisiyle Kurban’ınız mübarek olsun inşallah!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.