Dr. Abdulkadir TURAN
Mısır bir laboratuvardır
Mısır, yöneticilerini dışarıda eğiten ilk İslam ülkesidir. Batılı eğitime yönelen ilk İslam ülkesidir. Ama bugün dünyanın geri ülkeleri arasındadır ve okuma yazmanın en düşük olduğu ülkelerdendir. Mursi’ye karşı çıkanlar, o geriliği savunan ulusal solcular ve onlara boyun eğen gelenekçilerdir
İslam dini, pek çok felaketle karşılaştı. Ama Hz. Ebubekir (ra)’ın önderliğindeki kararlı tutumdan sonra, modern çağa kadar hiçbir zaman toplu bir irtidatla karşılaşmadı.
“Şeriat”, daima “adalet” ile eş anlamlı olarak İslam dünyasında müslim, Gayr-ı Muslim herkesin sığınağı, hayat dayanağı ve özlemi oldu. Kitleler, ne zaman bir adaletsizlik hissettilerse veya ne zaman seslerini duyurabildilerse “Şeriat isteriz” dediler. Tarih boyunca hiçbir kitlesel gösteride “Şeriat`ı istemiyoruz” denmedi, her hukuk düzeni protesto yaşadı ama “İslam Şeriatı hiçbir zaman bir protesto ile karşılaşmadı.
Modern zamana giriş, sömürgeciliğe, talana, mal ve beyin yağması çağına giriştir.
Modern zamana giriş, İslam dünyasında Yahudi-protestan koalisyonunun zaferi, Müslümanların hezimetidir.
İslam dünyası, “Bu hezimeti bugünkü aşağılanmada yaşayıncaya dek, “laboratuvar” süreçlerinden geçti.
Modernist projelerin ülkeler bir yana neredeyse her eve hükmetmeye başladığı bir dönemde “laboratuvar” süreçlerinden söz etmek bıktırıcı gelse de tarihi gerçeklerin anlaşılması için bu süreçlere bakmak zorundayız.
Bu laboratuvarların öncülü Endülüs’tür; diğerleri, sırasıyla Hindistan’dır, Mısır’dır, Osmanlı’dır (Türkiye’dir).
Mısır’ın laboratuvar süreci, bilinenin aksine Türkiye’den önce yaşandı. Mısır, yakın coğrafyamızın bir bakıma Hindistan’ı oldu.”
Modern zamanın önemli bir dönüm noktasını ifade eden Fransız ihtilali’nden hemen sonra, Fransız diktatörü Napolyon, İslam dünyasını işgal denemesini Mısır’da gerçekleştirdi.
Sömürgeciler, bir kültürel işgal, bir beyin yıkama, bir uyuşturma, bir mürtetleştirme söz konusu olmadan İslam dünyasının zenginliklerinin alınamayacağını Mısır, Suriye hattında gördüler ve kültürel işgale, bilinenin aksine İstanbul’dan değil, Mısır’dan başladılar.
İslam dünyasında kendisi için yönetici yetiştirmek üzere Batı’ya düzenli olarak öğrenci gönderen ilk ülke Hidivler yönetimindeki Mısır’dır.
Mısır, daha erken dönemde öğrenci göndermekle kalmaz; 1840’lı yıllarda Paris’te bir okul açar. Masraflar, Hidiv’den, yani Mısır halkının cebinden, hocalar Fransız Mason ve Yahudilerinden bir okul… Bir İslam ülkesine yönetici yetiştirecek Masonlu, Yahudili bir okul… Böyle bir okuldan ne beklenebilirdi ki? Nitekim Osmanlı’yı yıkan “Genç Osmanlılar” denen Jön Türkler o okulda Mısır Hidivi’nin kardeşi Mason Mustafa Fazıl Paşa’nın himayesinde yetişecektir. İslam dünyasında ilk laiklik önerisini de bu adam yapacaktır. (1)
Avrupa’da ilk modern okulu açan ülke Mısır… Batı’da idareci yetiştiren ilk ülke Mısır… ve bugün Mısır, dünyada okuma-yazma oranının en düşük olduğu ülkelerden biri, okuma, yazma oranı, 80’li yılların verilerine göre sadece %41,9. Hâlâ yüzde elli civarında veya o kadar da değil. Halkın önemli bir kesimi, son seçimde oy kullanmayı bilmeyecek kadar okur yazarlıktan uzak.
Ve Mısır, bugün dünyanın geri kalan, halkının bir kısmının olabildiğine yoksul olduğu bir ülke…
Öyleyse daha 160-170 yıl önce Paris’te halkın parasıyla açılan okulda yetiştirilenler Batı’ya halk parasıyla burslu gönderilen kişilere ne oldu? İşte bizim modernizmle hikâyemiz: Bu okullar, bizi kalkındırmak için değil; bizi daha kolay sömürmek için kuruldu.
Bu okulların sadece iki amacı vardı: (2)
Önce İngiliz Ekolü Batılılaşma üzerine “elit bir sınıf” üretmek; sonra Fransız Ekolü Batılılaşma üzerine, Batılılaşmaya daha geniş kadro ve kısmi kitlesel destek sağlayacak ulusalcılar yetiştirmek. Bunun ikinci adımı şuydu:
Mısır Müslümanlarını o elit sınıfın dipçikleriyle ezerken onların buna karşı sosyal mücadelesini sözde devrimci ulusal sola kanalize etmek.
Mısır, bir laboratuvardır, bir deney alanıdır. Bütün İslam dünyasının o elit sınıf ve o sözde kurtuluşçu ulusal, solla hikayesi budur.
İslam dünyasında ilk modernistler Mısır’da yetişti; ilk ulusalcı milliyetçiler, yani İslam’a doğrudan düşmanlık yapan milliyetçi akımlar, daha sonra emperyalistlerin “böl-parçala-yut” programı çerçevesinde “Mısır’cı” denen bölgesel milliyetçiler Mısır’da ve Mısır’ın etki alanı altında yetişti.
Ve bugün Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin karşısına dikilen, o elit sınıfla, o aristokrat tabakayla o ulusal sol kalıntılar ve onların liberalizme geçen tipleridir.
Mursi’yi ve İhvan-ı Muslim’in protesto adı altında İslam Şeriatı’na karşı isyanlarını beyan edenler onlardır.
Müslümanlar, Mısır’da neredeyse iki asırdır o sömürge adamları elit sınıf ve ulusal solla mücadele ediyor. İhvan-ı Müslimin ve İhvan-ı Müslimin kökenli İslami yapılar, Mısır’da onlara karşı İslami mücadele tarzlarının değişik imkanlarıyla sürekli bir mücadele verdi. Mısır’da en ılımlı reçetelerden en sert reçetelere her yol denendi.
Ancak Mısır’ın stratejik önemiyle Mısır halkının bilinci ve direniş alışkanlığı orantılı değildir. Bu da Mısır’ı sürekli tehdit altında bırakıyor, güç sahiplerinin gözünü Mısır’a dikiyor ve Mısır’ın kurtuluşunu zorlaştırıyor. Bu kurtuluşun ne kadar zor olduğuna ve bu kurtuluş uğruna ne acılar çekildiğine Mısır’ın neredeyse yüzyıldır dolup taşan zindanları şahit, İmam Hasan El-Benna’nın, Halid İslamboli’nin kanı şahit; Seyyid Kutup’un, Abdulkadir Udeh’in ruhları ve daha nice şehit şahit…
Muhammed Mursi’nin gelişini sağlayan süreç, bütün bu tecrübelerin ardından başvurulan bir yoldur. Beğenilir beğenilmez, başarılı olunur-başarılı olunmaz kurtuluş umuduyla uygulanan bir reçetedir.
MURSİ’NİN KARŞISINDAKİ MUHALEFET
Muhammed Mursi’nin gelişiyle başlayan süreç, kesinlikle Yahudi-Protestan (Envanjelist) koalisyonu kaynaklı ama kahredici bir şekilde Suudi finanslı bir tehdit altındadır.
Tunus Diktatörü Bin Ali, Yemen Diktatörü Ali Abdullah Salih gibi emperyalizm adamı ünlü ulusal sosyalistleri himaye eden Suudi, Mısır’da Tahrir sürecinde “Mübarek’e insanca muamele edilsin” resti çekti, hatta Kral, Obama’yı bile bu çerçevede uyardı.
Suudi Krallığı ve ulusal sol, birbirine ne der? Krallık onca yıl sosyalizmle mücadele etmedi mi? Bunlar, geçmişin hikâyeleri… İslam dünyası, sosyalizmin çöküşünden bu yana Batının gözünde “İslamcı tehdit” altındadır ve bunun önüne geçebilecek olanlar ulusal sosyalistlerin değişen kalıntılarıdır.
İslam dünyasında bir “Vekalet savaşı” yürütülüyor; Suudi, sadece vekildir ve Batı’nın emriyle Arap-İslam alemindeki ulusalcı solcuları himaye etmektedir.
Mısır’da diğer iki problem ise,
Napolyan’un Mısır’ı işgalinden bu yana başlarına atanan elit sınıf veya (sonraki dönemde) ulusalcı kadrolar altında bir koltuk kapma yarışında olan ve bu koltukları için elit sınıf ve ulusalcıların zulmünden fetva arayan, “Onlara boyun eğmezsek daha büyük bir zulümle karşılaşırız” diyen geleneksel sözde alim ve çevreler… Nitekim Mursi’nin seçiminde El-Ezher’in kimi kelli felli hocaları, basına yaptıkları açıklamalarla, General Muhammed Şefik’e açıkça destek sundular.
Küfre karşı isyan yerine Müslümanları ayıplamayı meslek edinen küfre bir söylüyorsa İslami çevrelere bin söven özel bir kalabalık… Onların işi tekfir üzerinden parçalamak ve istikrarı bozmaktır. Her nasılsa tevhid ehli olduklarını ispat için habire Müslümanların vahdetini bozuyorlar.
İhvan-ı Müslimin ve Mursi, böyle bir kargaşa içinde istikrarı yakalamaya çalışıyor.
Burada, karşılaştırma imkânı yok; lütfen, Türkiye’nin son on yılını düşünerek bu karşılaştırmayı kendiniz yaparak şu bölümü okuyun:
Ulusalcı cephe, Mursi’nin seçildiği günlerde “İhvan, Mısır’ı yöneteceğini sanıyor” sözüyle özetlenen müthiş bir istihza(alay) dönemi başlattı(bu alay süreci bütün yönleriyle devam ediyor). Her gün BBC Arapça’ya misafir edilen ulusalcı ve liberal isimler, Mursi’nin geleceğiyle adeta kahkaha atarak alay ediyor. Yıllarca aşağıladıkları, gerici-yobaz dedikleri İslamcıların zaferini bir espri gibi görüyor).
Mursi’nin seçildiği günlerde, Suudi finanslı, olabildiğine modern Şarkü’l Evsat gazetesinden iki yazar… Tarih 2 Temmuz 2012…
İlki Me’mun Kindi… istihzayla başladığı yazıda İhvan’ın durumunu, bir önde, diğeri arkada iki cepli Sudan cilbabına benzetiyor. Önden bakarsanız cilbap sanırsınız, oysa arka cebi doludur, arkadan bakarsanız cilbap sanırsınız oysa ön cebi doludur, diyor; kendince sanatlı bir dille İhvan’ın gizli bir gündeme sahip olduğunu dünyaya duyuruyor.
İkincisi Ataullah Muhaciri, “Kanaatimce başörtüsünün farz olduğuna kesinlikle delil yoktur” diyen yazarın şu cümlelerini Türkiye’deki herhangi bir eski model köşe yazarından duymuş olabilirsiniz: (özetle)
“Hürriyet ve kanaat serbestliği konusunda başörtüsü mihenk taşıdır. Biz, Afganistan’da başörtüsü takmadığı için öldürülen, işkence edilen kadınlar biliyoruz. İran’daki kadınların durumu biliniyor. Mısır’da başörtüsüne karşı mücadelelerin uzun bir tarihi vardır. 1924’te Hüda Şe’ravi başkanlığında kurulan Mısır Kadınlar Birliği, Mısır kadınının başörtüsünü çıkarması için cesur bir mücadele verdi. Bu yolda 1944’te Kahire’de Arap Kadınları Kongresi düzenlendi. O kongrede nice kadın şahsiyetler, kadının başörtüsüz yaşama hakkını savundu. Kadının “bütün kayıtlarından” ve başına konan örtüden kurtulmasını savundu.
Kasım Emin, 1899’da “Kadının Serbestiyeti” adlı kitabı yayımladı ve “Kadının başını örtmesi İslam’dan değildir” dedi.
Merhum Muhammed Tantavi de (El Ezher’in eski şeyhi) 2009’da nikab İslam’da farz değildir, adettendir, ibadetten değildir, dedi.
İran’da kadın, başını dinden değil; gelenekten örter. Daha Persler zamanında Cemşid’in yönetimi altında bile İran kadını başını örtüyordu.
“Dinde zorlama yoktur” (Yunus Suresi / 99)
İran, otuz yıldan beri Kadının başını örtmeye çalışıyor ve netice gözleniyor. Hafız Şirazi der ki denenmişi deneyen, pişmanlığı yüklenir.
Mursi’nin başörtüsüyle ilgili uzun bir stratejisi vardır.”
Bu makale pek çok yönden ayrı bir analiz gerektiriyor ve yazar, görüşlerinin kaynağı olarak yazının başında Mısır’ın resmî yayın organı El-Ahram’ı veriyor. O, El-Ahram basına yansıdığı kadar, Filistin konusunda da Mursi ve İhvan’la alay etmeye devam ediyor. Üstelik, o alaycı yazarlar maaşlarını devletin hazinesinden alıyor.
Arap- İslam alemindeki diğer bir yayın organı El Müşahid’de Temmuz 2012 tarihli nüshasında “Mursi’nin seçilmesi, İhvan’a duyulan güvenden değil; Şefik’i istememektendir. Dolayısıyla asli bir seçim değildir. İhvan, Mısır’ı tek başına yönetmeye kalkışırsa siyasi intiharı seçmiş olur.” Cümlelerine yer veriyor.
Herhalde bu alıntılar, İslam dünyasının ulusal solla hikayesini açıklamaya yeterdir.
Kaynak:
Çelik Hüseyin, Doç. Dr. Türkiye’de lik Laiklik Teklifi ve Arka Planı, Makale, Kendi Özel Sitesi, 2009
Turan Abdulkadir, Kürtlerde İslami Kimliğin Gelişmesi, Batılılaşma Bölümü, Dua Yayıncılık, İstanbul
Allah’a emanet olunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.