Dr. Abdulkadir TURAN
Ramazan Bir Ortaklık Halidir
İyilikleri büyüyenler, iyilikleri başkalarının iyilikleri içinde eriyenlerdir. Onların iyilikleri kurumlaşarak büyüdü, hem onlara rahmet okuttu hem onların iyilik ortaklarına.
Bütün bir ümmet olarak teravih birlikteliği, niyet birlikteliği, sahur birlikteliği, oruç birlikteliği, iftar birlikteliği...
Ramazan baştanbaşa beraberliktir, birlikteliktir, toplumsal bir haldir, toplumsal bir ruhtur, zenginiyle yoksuluyla bir olma mevsimidir.
Gündüz sokakta karşılaştığınız insan hangi hayat şartlarına sahip olursa olsun, varlık-yokluk durumu ne olursa olsun o da sizin gibi aç ve susuzdur.
İmanda onunla ortak olduğunuz gibi susuzluk ve açlıkta da onunla ortaksınız. İkiniz de mü’min olduğunuz için o an susuz ve açsınız. İkinizi de aç ve susuz tutan aynı imandır. Ay boyunca açlık ve susuzlukta izinde gittiğiniz peygamber, aynı peygamberdir.
Benzer fiziki koşulları paylaşmak, ortak inancın neticesi ise benzer hisler doğurur.
Diğer bir ifadeyle bir inancın neticesinde ulaşılan ortak fizik, ortak bir ruh meydana getirir. Bir hedefe yönelenlerin ortak talimleri, ortak üniformaları bir yönüyle bunun için vardır.
Sizin gibi giyinen, sizin gibi yiyen-içen, sizin gibi selam veren, sizin gibi oturup kalkan bir insana karşı kalbi bir yakınlık hissedersiniz. Kendinizi onunla aynı hisler içinde görürsünüz.
Tokluk, insanı duyarsızlaştırır. Varlık, insanı kendisine ve yakınlarına yabancılaştırabilir.
Ortak dert, bir hayat ortaklığı doğurur. Birbirlerine düşman ideoloji ve inançlarda olanlar, aynı işkence hücrelerine atılınca birbirlerine yardımcı olurlar. Birlikte bir kaza geçirenler, düşman da olsalar ilk anda birbirlerine sahip çıkarlar. Düşmanın düşmanı kurtardığı anlar böyle anlardır.
Ortak açlık ve ortak susuzluk, akil baliğ olup bir özrü olmayan bütün Müslümanların Ramazanda bir hal ortaklığıdır. Aynı imanın ürünü olan bir hal ortaklığı… Aynı Peygamberin (SAV) yolunda olmanın hal ortaklığı...
ORUÇ FERDİ BİR ETKİNLİK DEĞİLDİR
İlahi emirleri beşeri uygulamalardan ayıran en önemli özellik, ilahi emirlerin tevhidi yansıtması, zıt gibi görünen yanları beşerin anlamakta aciz kaldığı bir mükemmellikte buluşturmasıdır.
İslam’da ibadetin fert yanı nerede bitiyor, toplumsal yanı nerede başlıyor, bunu anlamak kolay değil. Fert, hiçbir yerde ‘mutlak fert’ değil, fert hiçbir yerde de yok değil. İbadetin her fert yanında bir toplumsal yanı vardır ve toplumsal yanın doruk noktasında bile fert özel hal ve hukukuyla varlığını sürdürmektedir. İkisi bir bütündür, iç içedir, vahdet içindedir.
Namaz, ilahi huzura çıkmakla ibadetin fert yanının bir doruk noktasıdır. Kişi, namaz anında miraçtadır, Rabbiyle baş başadır. Ama fert, orada fert değildir, fert orada sadece ferdin derdinde değildir, fert orada ferdî derdinde değildir. O, baş başa anında Allah’a durum bildirmek zorunda, söz vermek zorunda ‘Ve biz yalnız Senden yardım dileriz’ diye başlayarak bütün Müslümanlar adına yardım talebinde bulunmak zorunda. Fert; miraç anında, o başbaşalık anında toplumsal sorumluluğunu hatırlamak, bir topluma (bir ümmete) ait olduğunun farkında olmak ve bu farkındalığın gereğini yerine getirmek durumunda.
İslami ibadetlerin kaynağı ilahi emirlerdir, yönü Allah’a dönüktür, mükafatı ahirettedir ama fayda yanı dünyadadır. Bu fayda ilkin ferdin kendisine dönüktür. Fertlerin faydalarının bir araya gelmesiyle, fertlerin faydalarının ortak bir noktada buluşmasıyla toplumsal fayda ortaya çıkar. İbadetin fayda yanı topluma dönüktür.
Ferdî (bireysel) fayda nerede biter, toplumsal fayda nerede başlar, bunu kestirmek güç. İki fayda büsbütün iç içedir, vahdet içindedir. Hiçbir amel, yüzde yüz ferdî değil ve hiçbir amel yüzde yüz toplumsal değil. Ne oruç ferdi bir etkinliktir ne Hac yüzde yüz toplumsal bir ibadet.
Hac, ümmet şuurunun doruğa çıktığı bir kongredir, bir ortaklıktır, bir disipline olma halidir. Ama Hac aynı zamanda ferdi bir arınmadır. Hz. İbrahim ve İsmail(AS)’in, Hz. Muhammed Mustafa (SAV) ve ashabının (RA) bulunduğu mekânlarda, o fiziki koşullarda ilahi bir muhasebedir, bir yalvarıştır. Kişi, orada nerede ferttir, nerede toplumdur bunu birbirinden ayırmak imkânsız ve anlamsız gibi.
Ve oruç, belki en ferdi ibadettir. Kişi ile Rabbi arasındadır, mükâfatı büsbütün Rabbine aittir. Açıktan yenilmeyen, topluma açılmayan bir oruçsuzluğa İslam’da hiçbir dünyevi ceza belirlenmiş değil. Kişi oruçta kendi dünyasından, kendi amelinden sorumludur.
Ama orucun bu fert yanının doruğunda toplumsal bir yan vardır, bir birliktelik yanı vardır.
Oruçlu insan, açlığın sağladığı yumuşak kalplilik içinde Rabbine yalvarıştadır, Rabbine hesap verme ve O’ndan af dileme halindedir, O’ndan yardım dileme halindedir.
Yokluk ona varlığın kıymetini öğretmiş, onu nimetlerin kaynağı hakkında düşünmeye şevk etmiştir. Nimetlerin kaynağında Rabbini bulmuş, O’na muhtaç oluşunu O’na kul oluşunu adeta yeniden keşfetmiş, O’na şükrediyor, O’na yalvarıyor.
Sathi bir bakışla mü’min oruç anında yüzde yüz ferttir. Asla öyle değil! Mü’min o anda ümmet bedeninden bir parçadır, insanlık bedeninden bir parçadır.
Kendi açlığı, onu ümmetin açlık problemine götürüyor, onu insanlığın varlık içindeki isyanı üzerine düşünmeye götürmüş. Kendisine oradan bir pay, bir sorumluluk buluyor.
Ümmetin bir kesimi neden aç? Ve insanlığın bir kesimi neden bu kadar varlık içinde, bu kadar ölçüsüz, bu kadar isyankâr?
Sadece tefekkür mü? Önce tefekkür, sonra tefekkür, sonra yine tefekkür... Ama asla sadece tefekkür değil... Zira İslam tevhid dinidir ve onda farklılıklar bir bütünün parçasıdır. Hiçbir şey yalnız kendisi değildir. Tefekkürle amel iç içedir. Tefekkür amele götürür, amel tefekküre. Ben, ümmetin bir kesiminin bu açlığının ne kadarından sorumluyum? Ve insanlığın bir kesiminin varlık içindeki isyanında benim payım nedir?
Bu açlığa ‘kendi imkânlarım’ ve ‘kendi imkânlarımız’ ölçüsünde ne kadar çare olabilirim? Ve insanlığın bu isyanına ‘kendi imkânlarım’ ve ‘kendi imkanlarımız’ doğrultusunda ne kadar son verebilirim? Belki ‘kendi imkânlarımız içinde kendi imkânlarım kadar demem gerekiyordu. Çünkü benim imkânlarım’ var ama aslında ‘benim imkânlarım’, ‘bizim imkânlarımız’ içinde varsa vardır. Yoksa ‘bende başlayıp bende bitiyorsa’ ne kadar büyük olursa olsun küçücük bir şeydir, hatta etkisi itibari ile bir hiçtir. Beni tatmin ederek aldatan bir ‘hiç’…
Nice iyi insan, kendi başına nice çare buldu, denedi ve ardında bir namdan başka bir şey bırakmadan gitti. Kalan sadece nam ise ahiret için kalan hiçtir, hiç.
Batı’dan biri materyalist etkinliklerle ilahi etkinlikleri şöyle ayırır:
Materyalist etkinlikler,
Fertçi, tekilci, arzucudur.
İsimcidir, şahısların ismini öne çıkarır.
Bireyin şanını ve egosunu (nefsini) tatmin etmek içindir.
Maddeci, kuşkucu, eleştirici, çıkarcıdır.
Vakit geçirme, keyif alma daha önemlidir.
Hakikat yerine görüntü (reklam) ön plandadır.
Anarşi, düzensizlik, serbestlik hâkimdir.
Zihniyetin çizilmesi ve ruhsal çöküş döneminin ürünüdür.
İlahi etkinlikler,
Kolektif ve ortak zihin yapısının ürünüdür.
Ahlakın damgasını taşırlar.
Amaç, Allah’ın şanını yüceltmektir.
Manaya ve niteliğe (öze) önem verir.
Daha çok kitlelere (topluma) seslenir.
Akla uygundur, kuvvetli bir iradeyle beslenir.
Ruhani yönü (hep) vardır.
Sistem, düzen ve istikrar önemlidir.
İlke ve disiplin önemlidir.
İyilikleri büyüyenler, iyilikleri başkalarının iyilikleri içinde eriyenlerdir. Onların iyilikleri kurumlaşarak büyüdü, hem onlara rahmet okuttu hem onların iyilik ortaklarına. Onlar, fert olarak o iyilik içinde yok olmadı, aksine bütün içine karışarak ‘varlık’ kazandı. Ferdiyetçilik şeytanidir, başlangıçta insan onunla var olduğunu sanır, oysa o tükenişin başlangıcıdır. Birliktelik Rahmanidir, insan da onda görünmez gibidir. Oysa rahmet ondadır, bereket ondadır, gerçek varlık ondadır. Mekke cahiliyesinde bile nice iyilik yanlısı vardı, oysa biz bugün neredeyse sadece Hılf’ul Fudul’u anıyoruz. O ‘var’ kaldı, diğerleri tükenip gitti.
RAMAZAN BİRLİKTE BİR DİRENİŞTİR
Oruç bir yalnızlığa razı olmaktır, onun mükâfatı yalnız Allah’a aittir. Ama oruç aynı anda bir birlikteliktir, ümmet için bir birliktelik, insanlık için bir birliktelik, bir direniştir.
Hepimiz aç ve susuz olmakta ortağız, hepimiz ümmetin derdinde ortağız. Hepimiz insanlığı kurtarış çabasında ortağız, biriz, bir haldeyiz, bir yoldayız, bir Hilal gözetimindeyiz, bir ufuk peşindeyiz. Bir noktada buluşan Allah kullarıyız. Emri O’ndan aldık, nimeti O’ndan bildik. Aynı ufka (hedefe) O’nun için bakıyoruz. O’nun için bir aradayız, birbirimizle birlikteyiz. Bilenimiz bilmeyenimize, olanımız olmayanımıza anlatmak, vermek zorunda. Önde olanımız arkada olanı gözetlemek, arkada olanımız önde olanımızın izinden gitmek zorunda.
Yalnızlık Allah’a mahsustur. Birlikteliği terk etmek, ‘bir’ olmaya çalışmak ilahlığa göz dikmektir, Allah’a isyandır.
‘Ben’ varım ama mutlak ‘ben’ olarak değil, bizim içinde bir ‘ben’ olarak varım. İftarım kendime, şükrüm Rabbime... Öyle değil! İftarım bize, şükrüm kendim için ve kendimi aşıp bize karışarak verebildiğim için... ‘Ben’, bizim içinde yer alabildiğim için...
Ramazan bir itaattir... Allah’a itaat, Resul’üne itaat... Ama Ramazan bir direniştir...
Yeme-içme isteğine karşı bir direniş... Zorluğa, zahmete direniş... ‘Tek gözle bakılınca’ nefsi bir direniş...
Oysa Ramazan, birlikte bir direniştir. İnsanlığı fertleştirmek, ferdi duyarsızlık içinde tüketerek yemek isteyenlere karşı birlikte bir direniş... ‘Sen, kendini düşün, başkasından sana ne!’ diye aldatanlara karşı ortak bir direniş... ‘Tok açı düşünürse tokluğun tadı bozulur. Açlığa, haksızlığa, zulme kör ol ki yaşayasın’ diyerek insanlığın beynini tüketenlere, insanlığı tehdit edenlere karşı birlikte bir direniş... Ortak bir direniş...
‘Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir’ sözünün sahibini (SAV) önder bilen bir direniş...
Ramazanınız mübarek olsun! Ramazan boyunca, inşallah Ramazan yazılarıyla birlikte olacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.