Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Son Dönemin Siyasi Yapısı -8

Halkın özgürlüğünü liberalizmin, sosyal demokrasinin ahlaksız tüketiminden de daha ilkel bir yerde görüyorlar. O ideolojiler ahlaksız ilişkiler için bedel ödemeyi resmileştirirken ulusal solcular ahlaksızlığın satın alınmaya, uğrunda bir bedel ödenmeye konu olmayacak kadar sosyalleşmesini, ahlaksızlığı arayanın onu yanı başında bedavaya bulmasını öneriyorlar ve kendilerini buna adanmış kişiler olarak tanıtıyorlar. Ki buna da özgürlük(!) mücadelesi diyorlar


Modernizm, bir ‘yok ediş’ bir ‘’tüketiş’’ halidir; insana ait ne varsa onu tüketiyor, bununla birlikte kendi öz yavrularını da tüketiyor.
Düne kadar ‘insanlığın kurtuluş reçeteleri’ diye sunulan modernist ideojiler, bugün ‘kötü bir anı’ gibi görülüyor, bizzat kendi taraftarları tarafından lanetleniyor veya bugün bir ‘kurtuluş reçetesi’ gibi sözü edildiğinde gülünüp geçiliyor.


Nerede kapitalizm? Onun dünkü savunucuları daha köşe yazarlığı yapmaya devam ederken kendisine ne oldu?
Ve kapitalizme karşı isyan eden ‘efsane’ sosyalizm… Bugün yüzü kızarmadan kaç kişi ‘Ben bir sosyalistim’ diyebiliyor.
Modernizmin dayanağı olan ‘pozitivizm’ denen ‘akla tapıcılık’ öldü, ‘akılperestlik’ (akla tapış, akla kulluk) yönünde geliştirilen toplum tezleri bir bir çöktü; toplum bilimciler onların iflasını, onların insanın ihtiyacını karşılamadaki acziyetini bir bir ilan ediyor.
Allah’a karşı ilahlık taslayan her kişinin gün gelip ölmesi gibi beşer icadı olan ve özünde Allah’a isyan üzere kurulu her ideoloji de ölüp gidiyor.


Allah’ın dini bütün doğrularıyla insanlığa rehberlik ederken beşer icadı ideolojilerin birer ‘yoldan sapma’ hali olduğuna bütün insanlık tanıklık ediyor.
Gerçek önderlik, tevhid ehlinin önderliğidir; diğer önderlikler birer ‘yoldan sapma’ halidir, birer ‘adam aldatmaca’ oyunudur.
Bu aldatmacanın içinde olanlar dün kendi ideolojilerinin adıyla ortalıkta idiler, bugün ideolojilerinin insanlığa karşı işlediği suçları üstlenmeme uyanıklığıyla yeni adlarla kendilerini kamufle ederek varlıklarını devam ettirmeye çalışıyorlar.
Onların bu kamuflajı düşünsel bir etkinlikle yırtıldığında, kendi eylemleri onların ideolojik yüzlerini açığa vurduğunda bugün onlara ‘zorlama’ bir güven duyan kitleler, onların minyatürünün Mecliste neredeyse otuz yıldır görev yapan bir Tunceli milletvekili olduğunu göreceklerdir. Bu tecrübeli milletvekili onların saf halidir, kamuflajsız halidir.

Hangi biri kendi üzerindeki kamuflajı kaldırsa onun gibi görünecek ve halk o milletvekiliyle güldüğü gibi onlara da gülmekle yetinecektir. Ondan nasıl bir toplum mümessili, bir toplum önderi çıkmışsa bunlardan da öyle bir toplum mümessili, öyle bir toplum önderi çıkar.
‘İDEOLOJİK EVRİM’
Modernist ideolojiler, belki bir zamanlar kendilerini biyolojik evrime bütün halleriyle inandırdıklarından sosyal hayatta adeta maymunluktan insanlığa doğru bir yol alma çabasındadırlar. Ancak bu çabanın sonucundan ortaya bir türlü bir insan çıkmıyor. Modernizm, doğura doğura yine insanlığa karşı konumlanan bir şeyler doğuruyor. Maymun, çağın tozuna toprağına boyanıp bir daha karşımıza çıkıyor.


Bu bakış açısı içinde modernist ideolojilerdeki küresel değişimi görmek, bugünkü siyasi yapıyı anlamak için bir zorunluluktur.
Modernizmin asıl ideolojisi kapitalizmdir. Kökleri Hz.Adem’in (as) asi çocuğu Kabil’le dayanacak kadar eski olsa da kapitalizm modern dönemde Avrupa’da ‘burjuva’ denen patron sınıfının bir fikriyatı, bir iktidar aracı olarak doğdu.


‘Para’ uğruna ‘kâr’ uğruna, maddi kazanç uğruna, ‘sermaye’ uğruna insanı tüketmeyi, insanı sermaye büyütmeye kurban etmeyi ilke edinen ve bu yönüyle Kabil ile Habil kıssasında mal için kardeşini katleden Kabil’e denk gelen bu ideoloji, bugün ‘vahşi kapitalizm’ diye anılacak kadar dışlandı. Kapitalizmin taraftarları, onunla anılmaktan utanç duyuyor ve ‘imaj’ yenileme gereksinimi duyarak kendilerince daha insani bir imajla kendilerini ‘liberal’ olarak tanıtıyorlar. Bu, modern dönem kapitalizminden bir farklılaşma, daha doğrusu bir kopma değil kapitalizmin bir yeniden organizasyonu, bir ‘yeniden yapılanması’dır. Kapitalizmin, ihtiyaç üzerine yeni bir aşamaya geçmesidir.


Kapitalizm, sadece serbest ticarete odaklanmışken liberalizm “Bırakın yapsınlar’’ ilkesiyle ‘Her şey serbest olsun, insanlık tüketip eğlensin’ diyor, ahlakın bir dayatma olduğunu öne sürüyor, “Herkesin, hayat tarzı’ kendi ahlakıdır. Kimsenin ahlakı başkasının yaşam tercihinden üstün değildir” diyerek bütün gayri ahlaki halleri ‘meşru’ birer hayat tercihi olarak öne sürüyor, bir dindarın bireysel hayat tarzı ne kadar saygıya değerse ‘düşük’ diye bilinen birinin de hayat tarzı o kadar saygı değerdir, diyor. ‘Onların da bir ahlakı var’’ diyerek esfelüssafilin olanları saygın bir topluluk olarak hatta onları kutsayarak siyasi bir taraf gibi toplumun önüne çıkarıyor. ‘Her şey serbest olsun’ diyen liberallere ‘İslam da her yönüyle serbest olsun mu?’ sorusu yöneltildiğinde birden düşünce değiştiriyorlar, bir kısmı görüş beyanından çekinirken diğer kısmı bir marksist kadar İslam’a düşman kesiliyor.


Aslında ‘liberalizm, kapitalistlerin ürettiklerini satabilmek, sürekli tükettirerek üretimi sürdürmek için uydurulmuş bir ideolojidir’ demek hiç de yanlış bir tespit değildir.


Bu ideoloji, Avrupa’yı ahlaken çökme noktasına düşürünce bu ahlak anlayışından ürken ama kapitalizmin ‘kazanç’ ideolojisinden de gönülleri kopmayanlar, Batı’da ‘muhafazakâr demokrasi’ (Batı koşullarında Hıristiyan demokrasi) diye kapitalizmin yeni bir versiyonuna yöneldiler. (Muhafazakâr demokrasiyi gelecek hafta ele alacağız inşallah)

SOSYALİZM, SARAY İÇİ BİR İSYANDIR
Sosyalizm, bir mazlum ideolojisi olarak değil kapitalizmin saray içi bir isyanı olarak doğdu.
Sosyalizm modernizme karşı bir isyan değil kapitalizme karşı bir çıkar çatışmasıdır, diğer bir yönüyle sosyalizm aslında komünizmin bir ara devresidir.


Sosyalistlere göre insanlar biyolojik evrimle maymundan dönüşürken başlangıçta ilkel kominal bir topluluktular, onlara göre o ilkel toplumda ne mal vardı ne de namus. İnsanlar o malsız ve namus yoksunu halde mutluydular. İnsanlığın tekrar mutlu olması ancak yeniden o malsız ve namus yoksunu hale dönmekle mümkündür. Sosyalizm, toplumu o malsız ve namus yoksunu hale hazırlamak için iş başına gelmelidir.


Sosyalistlerin çoğu, bugün ideolojileriyle toplumun karşısına çıkamadıklarından kendilerini ‘sosyal demokrat’ olarak tanıtıyorlar. Hâlbuki ‘sosyal demokrasi’ Batı tarafından geliştirilen bir ‘kontra’ ideolojidir. Sosyal demokrasi, liberalizmin bazı sosyal haklar katılmış halinden başka bir şey değildir. Sosyal demokratlar da ‘bırakın yapsınlar’ ve ‘herkesin ahlakı kendine’ diyerek ahlaksız tüketimi öneriyor ancak klasik liberalizmden farklı olarak ahlaksız tüketime sosyal güvence getiriyorlar.

Bu yönüyle modernizmin ahlaksız tüketimini daha da sürdürebilmekten, onu daha da devlet korumasına alarak kurumsallaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Sosyal demokratların önemli bir bölümü inanç olarak aslında Marksisttir. Ancak sosyal demokrasi liberalizme karşı taviz niteliğinde olduğundan ve neticede hepsi modernizmin birer mezhebi sayılacağından ‘sosyal demokrasi’ ile bugünün dünyasında ‘liberal demokrasi’ arasındaki farkı seçmek için adeta mikroskop kullanmak gerekir. Sosyal demokrasi, bazı işçi ve yabancı hakları sağladıysa da ahlak noktasında Avurapa’yı daha da ağır bir çıkmaza sürükledi.

‘Kürt’ Ulusal Solu


Ulusal solun, toplumları öze döndürme adına özünden koparma girişimi olduğu bugün her yönüyle ifşa olmuştur.
Bir Fransız sömürge ideolojisi olarak üretilen ulusal sol, ilk bakışta Marksist ideoloji üzerine inşa edilen bir milliyetçilik anlayışı gibi görünse de öyle değildir. Ulusal solculara göre milliyetçilik anlayışı gibi görünse de öyle değildir. Ulusal solculara göre milliyetçilik ilkel bir eğilimdir, asıl olan soldur. Ancak aslında onların sol yanı da Müslüman toplumları sosyalizmin Rusya ve Doğu Avrupa dikta tecrübesinden yararlanarak modernize etme girişiminden başka bir şey değildir.
Ulusal sol, İslam dünyasında tamamen İslam’a karşı konumlanmış bir ideolojidir, İslam nerede duruyorsa onlar hep tam ters yönünde durdular.


Kimdir İslam dünyasındaki ulusal solcular? Mişel Eflak’ın iki evladı Hafız Esad ve Saddam Hüseyin, Mısır’dan Cemal Abdunnasır, Tunus’tan Habib Burgiba, Libya’dan Muammer Kaddafi, Filistin’de FKÖ... Bunların yaptıklarına bakınca aslında Öcalan’ın ulusal solunu anlatmaya gerek bile kalmıyor, basit bir kıyas ve küçük bir ilişkiler araştırması tabloyu ortaya koyuyor. Yine de bu ulusal solun bugününe bakmakta yarar var. ‘Kürt’ ulusal solunun genel tablosu şudur:


1. Bir bölümü klasik Marksist’tir. Büyük şehirlerin düşük yerlerinde, İstanbul’un İstiklal Caddesi’ndeki entel şaraphanelerinde, bir kısım ‘Türk’ solcu dostlarıyla birlikte işin mal yönünden olmasa da namus yönünden çoktan ilkel kominal toplumunu bulmuş yaşıyor, orada bir de Kürt edebiyatı yapıyor. Edebiyat medeniyettir. İlkel olanın medeniyeti olur mu? İçinde bulundukları hal bunu fark etmeye elverişli değil. Onlara göre din de namus da eski bir efsane, onların entel şaraphanelerinde o efsanelerin yeri yok. Dünya yalnızca koca bir şaraphanedir, gerisi yalan.


2. Bir kısmı, daha sosyal yaşıyor. Avrupa’daki Yeşiller Partisi’nin ahlak anlayışını Kürtler arasında yaymakla siyaset yapıyor. Bir süre önce bir kez daha gazetelerini inceleme imkânı buldum. Değiştiler mi diye baktım, hayır eskisi gibiydiler. Köşe ve araştırma yazıları aile kurumuna, namus duygusuna karşı savaşını sürdürüyor, kendisini eşcinsel haklarına adamış Yeşillerin, Marksizm-Feminizm sentezi tezlerine teslim olarak,
-Aile, bir sömürü aracıdır.


-Namus, kadını köleleştirmek için uydurulmuş bir bağdır, bir kelepçedir.
-Kadının özgürlüğü klasik aileden ve namustan kurtulmasıyla mümkündür diyorlar.
Müslüman bir halk ne düşünüyorsa onlar tam zıddını düşünüyorlar. Tarih anlayışları da dış politika anlayışları da orada şekillenmiş. İdris-i Bitlisi’ye hain diyorlar. Peki neden? Sadece Osmanlıyla anlaşan bir İslam âlimi olduğu için. Bakalım, bundan sonra da ona hain diyecekler mi? (Doğrusu ‘Kürt’ ulusal solcularının bugünkü durumlarını İdris-i Bitlisi ile karşılaştırmaya ihtiyaçları var.)


Bosna savaş’ında Kaddafi ile birlikte Sırp yanlısıydılar. 2012’deki Gazze mezalimi konusunda Mezopotamya’nın sesi radyolarını dinledim, açıkça israil yanlısı yayın yapıyor ve Filistinlileri suçluyorlardı.


Ulusal sol, milliyetçiliği sadece bir truva atı olarak kullanıyor, halka ulaşmak için kamuflaj aracı ediniyor. Bunu fark etmek öncelikle milliyetçilik adına ulusal sola bağlananlara düşer. Onların her gün ekranlarda izlenen kadın-erkek temsilcileri, tutumlarında nasıl bir öze dönüş bulduklarını sorgulamaları gerekir.
Onların ‘özel yaşamları’ bugüne kadar bir iki örnek dışında hep kendilerine bırakıldı oysa siyasetçinin özel yaşamını elbette değil ama özel yaşam anlayışını halkla paylaşması beklenir.


Normal şartlar altında Yeşiller Partisi türündeki bir yapının Avrupa’da bile oy oranı yüzde beşlerin altındadır. Bizdeki sola -haydi CHP’ye denk geliyor diyelim- yüzde yirmi-yirmi beş bile çok gelir.


Bu arada kendileri için dindarlığı uygun görenlerin yöre söz konusu olunca ulusal sola yönelişlerinde, eğer uluslararası güçlerin karşı konulamaz bir baskısı söz konusu değilse bir bilinçaltı milliyetçiliği aramak, bir ‘azapta gerek’ felsefesi görmemek, bir kültüre dönüşen ayrımcılığı hissetmemek akıl karı değil.
Devam edecek...
Not: ‘Kürt’ ulusal solu için daha ayrıntılı bilgileri ‘Kürtler’de İslami Kimliğin Gelişmesi’ adlı kitabımda bulabilirsiniz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.