Tüm hayırların birleştiği nokta
Ebu Said-el Hudrî’den (radiyallahu anh) rivayet edilmiştir. Dedi ki: bir adam Peygamber Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek dedi ki:
“Ey iman edenler Allah’tan korkun! …”
Ebu Said-el Hudrî’den (radiyallahu anh) rivayet edilmiştir. Dedi ki: bir adam Peygamber Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek dedi ki: “Ey Allah’ın Peygamberi bana tavsiyede bulun!” Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Takvadan hiç ayrılma! Şüphesiz takva tüm hayırların birleştiği noktadır. Cihaddan ayrılma şüphesiz cihad Müslümanın ruhbanlığıdır. Her zaman Allah’ı zikret! Şüphesiz zikir senin için nurdur.” (Taberanî: Sağir, Beyhakî, Ebu Ya’la)
Evet, takva bütün hayırların bir araya geldiği yüksek bir haslettir. Bütün hayırlar takvada birleşir.
Takva: Sakınmak, korunmak, korkmak manalarına gelmektedir.
İslamî bir terim olan takva: Allah’tan korkmak, O’nun gazabından sakınmak ve azabından korunmaktır.
Evet, bütün hayırlar takvada birleşir. Zira takva bütün kötülüklerden, hatalardan, günahlardan ve yanlışlardan sakınmak ve korunmaktır.
Talk bin Habib demiş ki: Takva Allah’ın azabının korkusuyla, Allah’tan bir nur ile Allah’ın taatı ile amel etmektir.”
İmam Kuşeyri (rahimehullah) risalesinde şunları söylemektedir: Korunmanın hakikati Allah’a itaat ederek onun azabından sakınmaktır. Takvanın aslı da evvela şirkten korunmak, sonra günah ve kötülüklerden korunmak, sonra şüpheli şeylerden korunmak, sonra da gereksiz şeyleri terk etmektir. (bk. Kuşeyri risalesi: Takva)
Takva Allah Teâlâ’nın belirlediği sınırları, olduğu gibi muhafaza ederek günahları terk etmektir.
Ebu Osman Said bin Selam el-Mağribi şöyle demiştir: “Takva sınırlarda durmaktır ne kusur etmek ne de aşmaktır. Kim zenginlerin sohbetini fakirlerle oturmaya tercih ederse Allah Teâlâ onu kalbin ölümü ile müptela eder.” (Kuşeyri risalesi)
Zenginlerin sohbetini fakirlerle oturmaya tercih eden sınırı ihlal etmiştir. Zira ahsen-i takvimde yaratılmış insanî şahsiyete değil fani olan dünya metaına ehemmiyet vermiştir. İnsanın değerini değersiz olan mal ile belirlemiştir. Bu nedenle zulmetmiş ve haksızlık etmiştir.
Takva yalnızca Allah’a bağlı olmaktır.
Nasrabazi demiş ki: “Takva kulun masivadan korunmasıdır.” Yani Allah Teâlâ dışında her şeyi terk etmesidir. Sadece Allah’ı sevmesi, sadece Allah’ın rızasını gözetmesi, sadece Allah’tan korkması, sadece Allah’ı zikretmesi, kısacası kalbi, dili, beyni, fikri ve tüm varlığıyla Allah’a bağlanmasıdır.
Ebu Ubeyd Rozbari diyor ki: “Takva seni Allah’tan uzaklaştıran şeyden uzak durmandır.”
Bir çok ayet-i kerimede ve hadis-i şeriflerde takva emredilmektedir.
Allah Teâlâ buyuruyor: “Kendinize azık edinin, şüphe yok ki azığın en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun.” (Bakara: 197)
“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Al-i İmran: 102)
Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkmak Allah’a isyan edilmeksizin itaat edilmesi, unutulmaksızın zikredilmesi ve nankörlük edilmeksizin şükredilmesidir.
Takva inanç, söz, muamele, davranış hasılı hayatın her alanında yanlışa ve hataya bulaşmama noktasında son derece hassas davranmaktır.
Ebu Hureyre’ye (radiyallahu anh) “Takva nedir?” diye soruldu. O da soran kişiye: “Hiç dikenli yoldan geçtin mi?” dedi. Adam “Evet” dedi. “Geçerken ne yapıyordun?” dedi. Adam: “Dikenlerden korunuyordum” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu Hureyre (radiyallahu anh): “Öyle ise hatalardan sakın! (İşte takva budur)” dedi. (Edeb-üd Dünya ve-d Din)
Şah bin Şücca’ el-Kirmanî (rahimehullah) şöyle demiştir: “Takvanın alameti vera’dır (yani günah ve hatalar noktasında korku ve ürkekliktir). Vera’ın alameti şüpheli olan şeylerde durmak, yapmamak ve el uzatmamaktır.”
Takva kahramanları olan sahabe-i kiram (Allah hepsinden razı olsun) bu konuda bize güzel bir şekilde rehber olmuş ve yolumuzu aydınlatmışlardır.
Hz. Ebubekir Sıddık (radiyallahu anh) şöyle diyordu: “Biz haramın tek bir kapısına girmek korkusundan helalın yetmiş kapısını terk ederdik.”
Hz. Enes’in (radiyallahu anh) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Siz bazı ameller işliyorsunuz ki gözlerinizde kıldan incedir (ehemmiyetsizdir). Ancak biz onları Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında helak edici şeylerden sayardık.” (Buharî)
Hikaye edilir ki: İmam Ebu Hanife (rahimehullah) borçlusunun ağacının altında gölgelenmezdi. Zira hadis-i şerifte “Menfaat sağlayan her borç faizdir” diye buyurulur.
İşte takva budur. Selef-i salihin imamlarımız, rehberlerimiz bu şekilde hassas davranmışlardır.
Takvanın neticesi dünya ve ahirette yüksek mertebe ve kurtuluştur.
“Kim Allah’tan sakınırsa, Allah ona bir çıkış ve kurtuluş yolu gösterir, hiç beklemediği yerden onu rızıklandırır.” (Talak sûresi, 2–3)
“Eğer Allah’a karşı saygılı olur ve sakınırsanız, O size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lutuf sahibidir.” (Enfâl sûresi, 29)
Şah bin Şücca’ el-Kirmanî (rahimehullah) takva ve neticesi noktasında şunları söylemiştir: “Kim gözlerini haramdan sakınırsa, nefsini şehvetlerden alıkoyarsa, içini sürekli murakabe (takip ve gözetim) altında tutarak dışını da sünnete tabi olarak imar ederse ve nefsini helal yemeye alıştırırsa hiçbir feraseti şaşmaz.” (Kuşeyri risalesi)
Bu şekilde hareket eden kişi Allah’ın sınırlarını muhafaza etmiş ve takvaya göre hareket etmiştir. Bunun neticesinde Allah Teâlâ onun fikrini ve gönlünü aydınlatmış ve nurlandırmıştır.
Ebü’l- Hüseyn ez-Zencani şöyle demiştir: Diller sermayesi takva olanın güzel vasıflarını saymaktan yorgun düşer.
Nasrabazi demiş ki: “Kim takvadan ayrılmazsa dünyadan ayrılmayı arzu eder. Çünkü Allah Teâlâ buyurur ki: “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?” (En’am: 32)
Bazı alimler şöyle demiş: “Kim takvayı elde ederse Allah Teâlâ ona dünyadan yüz çevirmeyi kolaylaştırır.”
Sevgisi her hatanın başı olan dünyadan yüz çevirebilen kişi birçok fitneye sebebiyet veren dünya tasasından kurtulmuş olur.
Kişinin takvasına üç şey delil olur: Tevekkül, rıza ve sabır. Elde etmeye çalıştığını elde edemediğinde tevekkül eder, istediğini elde edip kavuştuğunda güzel bir rıza gösterir, bir şeyi kaçırdığında ise sabr eder.
Muhammed bin Abdillah el- Ferganî diyor ki: Cüneyd (rahimehullah); Ruveym, Cerirî ve ibn-u Ata ile oturuyordu. Cüneyd dedi ki: Kişi ancak samimi iltica ile kurtulur. Zira Allah Teâlâ buyuruyor: Ve (tevbelerinin kabulünde) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. (Tevbe: 118).
Ruveym dedi ki: Kişi ancak samimi takva ile kurtulur. Allah Teâlâ buyuruyor: Allah, takvâ sahiplerini kurtuluşa erdirir. (Zumer: 61).
Cerirî dedi ki: Kişi ancak vefayı gözetmekle kurtulur. Allah Teâlâ buyuruyor: Onlar ki, Allah’ın ahdini yerine getirirler, anlaşmayı bozmazlar. (Ra’d: 20).
Ata dedi ki: Kişi ancak hayayı gerçekleştirmekle kurtulur. Allah Teâlâ buyuruyor: Allah’ın her şeyi görmekte olduğunu bilmez mi? (Alak: 14).
Doğrusu bunların tamamı takvaya dahildir. Zira tevbe, vefa ve hayanın her biri Allah’ın emridir. Allah’ın emrine itaat de takvanın gereğidir.
Allah Teâlâ buyuruyor: “Bu böyledir; şüphesiz kişinin Allah’ın (şiarlarını büyük görerek) nişanelerine hürmet göstermesi, kalplerin takvâsındandır.” (Hacc: 32)
Hulasa
Şüphesiz kulun Allah’ın sınırlarını muhafaza ederek günahlar hakkında hassasiyeti takvanın, takva ise imanın eseridir. İman gerçek ve kuvvetli olduğu nisbette takvanın derecesi yüksek olur. Takvanın derecesine göre de hassasiyet kendini göstermiş olur. Şayet bugün hassasiyetimizin yetersizliğini -hatta bazı kişi ve durumlarda hiç olmadığını- hissediyor ve görüyor isek -ki maalesef endişeyle müşahede ediyoruz- imanımızın seviyesini gözden geçirmemiz icab eder.
Ebu Hureyre’den (radiyallahu anh) rivayet edilmiştir. Dedi ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Biriniz kendi nefsi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemediği müddetçe iman etmiş olamaz” (Buharî, Müslim)
Yani imanı zaiftir, eksiktir.
Yine Ebu Hureyre’den (radiyallahu anh) rivayet edilmiştir. Dedi ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Zina eden kişi zina esnasında mü’min değildir, içki içen kişi içki içtiği anda mü’min değildir, hırsızlık yapan kişi hırsızlık yaptığı esnada mü’min değildir…” (Buharî, Müslim)
Evet, en azında o esnada imanın gereği olan Allah korkusunu, cenneti, cehennemi, sevabı, azabı düşünecek durumda değildir.
Maalesef bugün genel bir bakış ile üzerimizde takvanın eseri pek görünmüyor. Elbette istisnalar vardır ve hadis-i şerif ile sabittir.
Ancak acı bir gerçektir ki günümüzde teknolojinin gelişmesi ile gayr-ı İslamî ve yabancı örf ve adetlerle daha çok haşir-neşir olduk ve yakından tanışmış olduk. Bu örf ve adetlerin çoğu nefs-i emmaremizin hoşuna gitti. Buna yıllarca İslamî ahlaktan uzak kalışımızı da eklesek zafiyetimizin derecesi daha da belirginleşmiş olur. Dahası, biz farkında değildik ama teknoloji ile birlikte bize süslü, cazibeli ve yüksek kalitede! sunulan bu ecnebi örf ve adetlerin çoğu özel olarak bizim için hazırlanmıştı. İslamî ahlak prensipleri yerine hayatımıza onları yerleştirmemiz için…
Ne yazık ki bu konuda büyük çoğunluğumuz hazırlıksız yakalandık! Gafil avlandık! Bir anda kendimizi bu örf ve adetleri uygulama yarışı içinde bulmuş olduk.
Öyle ki kimimiz hayadan, ar ve namustan, ibadetten, İslamî ahlak ve kültürden, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnet-i seniyyesinin eseri olan davranışlardan, hatta bazı farzları yerine getirmekten; kısacası takvadan ve İslamî hassasiyetten utanır ve haya! Eder olduk. Haramlara bulaşmamayı eksiklik saydık.
Bazılarımız da bu ecnebi örflerin birçoğunu İslam’a muhalif görmeyerek hararetle savunur oldu.
Düşmanın savaş cephelerinde, silah zoruyla, yakarak, yıkarak, talan ederek, öldürerek, tecavüz ederek kabul ettiremediği mel’anet ve ahlaksızlıklarını değişik hile ve entrikalarla, daha çok da ekranlar sayesinde çok kolay ve vazgeçemeyecek şekilde bize kabul ettirdi. Öyle ki bunları terk ettirmek için belki bir o kadar zor kullanmak gerekecektir.
Hâlbuki o değerli İslam prensiplerinin, ahlaki değerlerin, hassasiyetlerin oturması için nice fedakarlıklar yapılmış, ne kadar eziyetler görülmüş, muhaceretler yaşanmış, cehd ve gayretler sarf edilmişti. Binlerce, yüzbinlerce şehidler verilmiş; nice sahabenin, tabiînin, alimin, meşayihin, pak kanı akıtılmıştı. Sayısız kahraman İslam evladı bu uğurda canıyla birlikte her şeyinden vazgeçmişti.
İşte son asırda halimiz ve İslam aleminin genel manzarası bu yöndedir. Bizden takva istenirken nefs-i emarenin ve ecnebilerin çarpık örflerinin esiri oluverdik.
لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللهِ الْعَلِيِّ الْعَظِيمْ
Bu zilletten kurtuluşun tek çaresi silkelenmektir. Tekrar Kur’an ve sahih sünnete, Kur’an ve sünnetin gösterdiği takva yoluna ciddi bir şekilde yönelmek ve sarılmaktır.
Rabbim nasib ve müyesser eylesin.
رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ.
Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl! Âmîn!
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.