Mehmet GÖKTAŞ
Türkiyeli Müslümanların trilyonlarının akıbeti ne olacak?
İslam tarihine dikkatlice baktığımızda unutulmaması gereken bir kuralla karşılaşırız:
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz Mekke döneminde taş üstüne taş koymamıştır.
Medine’ye vardığında ise ilk yaptığı iş taş üstüne taş koymak olmuştur.
Yanılıyorsam, yanlış biliyorsam beni uyarın, varsa bunun aksini söyleyin.
Sahibi olmadığı, maliki olmadığı, kendisinin hâkimiyet alanı içerisinde olmayan topraklar üzerinde taş üstüne taş koymamıştır.
Çünkü o biliyordu ki Mekke kendisine ait değildir, bir gün Mekke’den kovulacak, sürülüp çıkarılacak. Bina adına yapacağı her yatırım müşriklere kalacak. Hatta önceden kendilerinin sahip oldukları evler, taşıyamadıkları, hicret esnasında götüremedikleri her şey müşriklere kalacaktır ve nitekim öyle de olmuştur.
Allah’ın Rasûlü Mekke’de sadece insana yatırım yapmış, kendisine gelen vahyin tebliği üzerinde yoğunlaşmıştır.
İlginçtir, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz Medine’ye hicret eder etmez ilk yaptığı iş, taş üstüne taş koymak, bir mescid, bir bina yapmak olmuştur. Hatta Medine’ye varmadan Kuba’da ilk yaptığı iş taş üstüne taş koymak, meşhur Kuba Mescidi’ni yapmak olmuştur.
Çünkü Medine’nin kendilerine ait olduğuna inanmıştı, Kuba’nın kendilerine ait olduğuna inanmıştı. Belki toplam nüfusları bin beş yüz kişiydi, fakat önemli bir bin beş yüz kişi. Medine’nin neresinden bakarsanız bakın hep o bin beş yüz kişi görünüyor, gündemi onlar belirliyorlardı.
Birilerinin gidemediği, kolay kolay da gidemeyeceği ülkelere Türkiyeli Müslümanların trilyonlarını gömmesinin ne derece isabetli olduğu konusunu her zaman düşünmüş ve sözlü olarak dile getirmişimdir.
Yurt dışında bir okul açmanın, daha sonra onu ayakta tutmanın ve faaliyetlerini sürdürmesinin kaça mal olduğunu bilemiyorum. Bildiğim bir şey, bir tek okul için Anadolu’daki bir şehrin dindar iş adamlarının bütün birikimlerinin oraya aktarıldığıdır.
İşte bu okulların akıbetinden her zaman endişe etmişimdir. O ülkelerdeki siyasi ve sosyal dengelerin değişmesiyle kolayca kaybedileceğini düşünmüşümdür.
Sizin yüklü miktarlarda verdiğiniz zekât ve infaklarınızla yurt dışında faaliyet gösteren bir okulun kapatıldığı, faaliyetine son verildiği, çalışanların o ülkeden çıkarıldığı haberini alsanız bilmem ne yapardınız acaba?
Nitekim başta Özbekistan olmak üzere birçok ülkede böyle olduğunu biliyoruz.
Benim söz konusu ettiğim tehlike normal zamanlarda vuku bulacak tehlikedir. Ya bir de bu camianın bugün içine düştüğü şu felaketten sonrasını düşünün.
Türkiye’de açık ve net bir şekilde darbe teşebbüsünde bulunmaları, on binlerce insanı yıllar yılı gayri ahlâki ve gayri dinî bir şekilde dinlemeleri ve bunun neticesinde ülkeyi kaset çamuru ve kaset bataklığına gömerek şu anda suçüstü yakalanmalarından sonra kendilerini nasıl bir akıbetin beklediğini düşünebiliyor musunuz?
Herkesin beklentisi ve iktidarın da verdiği söz odur ki, seçimlerden sonra bütün bunların hesabı sorulacak, her şey orta yere serilecek, suçlular bir bir cezalandırılacaktır. Bunun asla geri dönüşü yoktur.
İşte bu noktada yurt dışındaki okulların ve aynı paraleldeki faaliyetlerin başına nelerin geleceğini şöyle bir düşünün.
“Huylu huyundan vazgeçmez” diye meşhur bir atasözü vardır.
Eğer bir de, Türkiye’de yaptıklarını o ülkelerde de yapmışlarsa, elde ettiklere kuvvetin azdırmasıyla yetiştirdikleri elemanları hâkimiyet kurma adına aynı şekilde kullanmışlarsa, dinlemeler yapmışlarsa, kasetler hazırlamışlarsa, birçok yere burunlarını sokmuşlarsa vay başlarına gelecek olanlara!
Basına yansıdığı kadarıyla Azerbaycan’dan Fethullah Gülen’e giden bir mektupta “Deşifre olduk!”deniliyor, benzer faaliyetlerden birinin ortaya çıktığı ifade ediliyor.
Yani Türkiye’nin ardından, Türkiye ile birlikte domino etkisiyle sayısız ülkede paralel yapıların deşifre olacağı kanaatindeyiz.
İşte bu noktada samimi olarak belirtelim ki, bizi en çok yaralayacak olan, bu ümmetin suiistimal edilen ümitleridir, heder olacağından korktuğumuz trilyonlara ulaşan alın terleridir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.