Dr. Abdulkadir TURAN
Yeni Dünya Düzeni ve Müslümanlar
“Yeni Dünya Düzeni (YDD)” kavramı, eski bir kullanıma sahipse de daha çok Sovyetlerin yıkılmasından sonra kurulmak istenen tekli uluslararası düzen için kullanılmıştır.
Yeni Dünya Düzenciliği, daha çok ABD'de Rockefeller ailesi ile ilişkilendirilmiştir. Ama onların yaptığı zihinsel çalışmaların tamamı bir süre sonra ABD'nin Pentagon ve CIA gibi resmi kurumlarınca sahiplenilmiştir.
O zihinsel çalışmalara göre YDD'ciler, dünyayı ABD'nin dilediği gibi yöneteceği bir köy olarak düşünmüşlerdir. Daha doğrusu yeni çağda dünyanın ABD tarafından bir köy gibi idare edilebileceğine inanmışlardır.
YDD'cilikte “köy”, dar bir çevreyi ve yönetilenle yöneten arasında mesafenin yokluğunu ifade eder. İdarede dar çevre ve yönetenle yönetilen arasındaki mesafenin yokluğu, yönetene her şeyi görme ve her şeye müdahale hakkı verir. Dolayısıyla YDD'ciler, ABD'nin büyük devlet, ulus devlet kurumlarını tanımadan dünyanın her noktasına müdahale etmesini, dünyanın her noktasının idaresinde en üst paya sahip olmasını hedeflemişlerdir.
Böyle bir egemenliğin başta ulus devletler olmak üzere dünyanın tepkisini çekeceği muhakkaktı.
YDD'ciler, buna karşılık çatışan iki tez öne sürmüşlerdir. İlk tez, “Tarihin Sonu” makalesi ile özdeşleşmiştir. Bu tezin sahiplerine göre ABD'nin liberal demokrasiye sahip çıkması durumunda insanlık, geldiği eğitim düzeyi ve yaşam şartları ile kendiliğinden ABD hâkimiyetine talip olacaktır. Başka bir ifadeyle tezin sahipleri dünyanın doğal seyrinin ABD'ye dünyayı bir köy gibi yönetme imkânını vereceğini öne sürmüşler, çıkacak çatışmaların kayda değer olmayacağına inanmışlardır.
Buna karşılık ise “Medeniyetler Çatışması” tezinin sahipleri ise ABD'nin dünya hâkimiyetine ulaşmasının kolay olmayacağını, zira dünyanın bilinen bütün medeniyetleri Batı'ya yenilmişse de İslam'ın direnişini sürdüğünü savunmuşlardır.
“Tabii teslimiyet tezi” diyebileceğimiz ilk tez, ABD ve İngiltere'de taraftarlar bulduysa da ABD ve İngiltere'nin kurumlarına hakim olan “çatışarak teslim alma tezi” diyebileceğimiz ikinci tezdir.
Tezin İslam'la ilgili yaklaşımının özetini İngiltere'nin ilk kadın başbakanı Margaret Thatcher, 1990'da İskoçya'da NATO toplantısında vermiştir.
Thatcher toplantıda “Sovyetler Birliği yıkılmış, karşımızda düşman kalmamıştır. Ama düşmansız bir ideoloji yaşayamaz. Yeni bir düşman bulmamız lazım. Düşman aramaya ise gerek yok; yeni düşmanımız İslam'dır” demiştir.
Thatcher'in içlerinde yer aldığı YDD'cilerin çatışmacı kanadı, Müslümanlarla benzerliklerin değil, karşıtlıkların öne çıkarılmasını, böylece sıradan Batı insanının zihninde İslam ve Müslüman karşıtlığının yeniden oluşturulmasını ön görmektedir. Bu ön görüye göre, yapılacak algı operasyonları ile kendisini Müslüman olarak gören kişi ne derse desin neticede adı Müslüman kaldıktan sonra Batı'nın düşmanı olarak görülmelidir. Onun Batı'ya benzer yönleri değil, karşıt yönleri dikkate alınmalı ve öne çıkarılmalıdır. Batı'ya benzer yönlerinin samimiyeti sorgulanmalı, nihayetinde sahte ve aldatmaya dönük olduğu söylenerek bertaraf edilmelidir. Böylece Batı yönetimleri ve insanının kendisine Müslümanım diyen hiç kimseye olumlu bakmaması, kendisine Müslümanım diyen herkesi düşman bilmesi sağlanmalıdır.
Tezin ABD'nin artık “güvenlik yaklaşımı” içinde değerlendirilen istila siyasetine pratik yansıması ise geçen haftaki köşe yazımda değindiğim ABD ordusunun “Bosna-Hersek'te İslamcılık ve Güvenlik” başlıklı 2014 Bosna Raporu'nda görülmektedir.
Bosna'da tamamı Batı içinde yok olmadan Batı'yla uyumlu yaşamayı ön gören üç önemli “kurtuluşçu tez” vardır. İlki, kurucu lider Aliya İzzetbegoviç'in özünü bütün olarak koruyup Batı'yla doğrudan çatışmaktan kaçınma kök tezidir. İkincisi eski Reisülulemâ Mustafa Çeriç'in Batı'yla mümkün olan en yüksek düzeyde diyalog içinde kalınarak özünü koruma ılımlılık tezidir. Üçüncüsü ise eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı Haris Silajdzic'in bir tür İngiliz laikliğine razı olarak kendini Batı'ya karşı koruma sekülerizmi tezidir. Aslında İzzetbegoviç, Bosna gerçekliğinde Batı'yla çatışmadan İttihad-ı İslam içinde kalmayı; Çeriç, ahlaken İslam içinde kalırken siyasi bakımdan İttihad-ı Batı'yla İttihad-ı İslam arasında bir ara yerde kalmayı; Silajdzic ise ahlakî ve siyasi anlamda kısıtlanmış bir Müslüman kimliği ile İttihad-ı Batı'ya dâhil olmayı ön görmüştür.
Raporu hazırlayanlar, birinci tezin savunucularını açık düşman, diğer iki tezin savunucularını ise Batı'yı aldatan sahtekârlar olarak tanımlamışlardır. Raporun yazarlarının yaklaşımı bizi tereddütsüz “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allahın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, and olsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara Sûresi, 120) ayet-i kerimesine götürmektedir.
Zira YDD'cilerin bu sert tutumunun bir arka planı vardır. YDD'cilik her ne kadar yeni bir akım gibi görünse de esasta Protestanlığa dayanmaktadır. Protestanlığın kuruluş döneminde İslam'la ilişkilendirilmesi ve Müslümanlar tarafından desteklendiğine dair iddialar, bu mezhebi İslam'a karşı komplekse sürüklemiş, zamanla bu mezhebin mensupları İslam'ın en azılı düşmanları arasında yer almışlardır. Protestanların bir kısmı zamanla Yahudilerle işbirliğine gitmiş, böylece ortaya Evanjelizm çıkmıştır. YDD, bütün olarak Evanjelizme dayanmakta, bir Yahudi-Hıristiyan koalisyonu olarak belirmektedir.
YDD anlayışında Papalığın da Ortodoks Hıristiyanlığın da artık yeri yoktur. Her iki kurumun yerini de Evanjelist Hıristiyanlık alacaktır. Her insan gibi her Hıristiyan da Yahudi olamayacağına göre eninde sonunda Evanjelist olmak zorundadır.
YDD'ciler, bu sert yaklaşımları ile doğusu ve batısı ile ateistleşen Avrupa'nın, Çin'in, Latin Amerika ve Güney Asya'nın tepkisini çekmeyi âdeta göze almışlardır. Ancak nefsanî duyguların Çin bir yana diğer noktalarda insanın direniş ruhunu kırdığına inanmışlar, dolayısıyla oralardan güçlü bir direniş beklememişlerdir.
Tarihsel arka planlarının da katkısıyla onların asıl korkusu İslam'dır. Onlara göre nihayetinde direnecek olanlar Müslümanlardır.
YDD'ciler bu mantıkla, Bosna örneğinde olduğu gibi İslam dünyasındaki düşman cepheyi oldukça geniş tuttular. Onlara göre İslam'ın siyasi iddialarına sahip çıkan İttihad-ı İslam fikriyatı gibi, Batı'yla ittihadı ılımlı İslam ya da ılımlı sekülerizm üzerinden savunanlar da düşmandır.
YDD'nin bu yaklaşımı İslam aleminde karşılık bulmuş ve duyarlı kesimler arasında “İttihad-ı Batıcı” gruplar küçülürken “İttihad-ı İslam” fikriyatı güç kazanmıştır. Dün Silajdzic ve Çeriç gibi düşünen pek çok Müslüman siyasetçi bugün İzzetbegoviç gibi düşünmekte, yerini nihayetinde Müslümanların bütünlüğünde görmektedir. Günlük yaşamında Batı'ya benzese dahi Batı'nın dünya hegemonyasına karşı çıkmaktadır.
Geriye salt Batıcılık adına İslam âleminde sadece Bosna Savaşı'ndaki Fikret Abdiç gibi azınlık tipler kalmaktadır. Bu, Batı açısından İslam dünyasında büyük bir hezimettir.
YDD'ciler, bunu ön görüyorlar mıydı? Galiba hayır. Ama asıl önemli olan YDD'cilerin bunu nasıl aşacaklarına dair düşünce ve eylemleridir.
Rusya ve Çin'in arada kalmışlığı YDD'ciler kadar Müslümanlar açısından da sorunun özünü teşkil etmektedir. Her iki büyük güç önümüzdeki dönemde nerede duracak? Meçhuldür. Ancak YDD'cilerin bir kısmı Trump tipi siyasetin sürmesi durumunda bu devletlerin YDD karşısındaki direnişlerinin keskinleşeceğine inanmaktadır.
YDD'cilerin İslam dünyasına yönelik doğrudan tedbirlerine gelince şimdilik yaptıkları daha fazla gerginlik çıkararak Türkiye gibi direniş noktalarını kırmaktır. Bunun için Suudi Arabistan gibi teslim aldıkları ülkelerden yararlanarak baskılarını artırmaktadırlar. Bu direnişin sürmesi durumunda ise YDD'ciler, ılımlı yaklaşımlara dönüp İslam alemini tümden kaybetmektense daha geniş kesimleri ile yakınlık kurma çabasına döneceklerdir. İslam aleminde bundan medet umanlar vardır. Bunun çok da bir değeri yoktur.
İslam dünyası birkaç yıl önce içine girdiği akıl tutulmasına dönmediği sürece YDD'ciler asla başarılı olmayacaklardır. Unutmamak gerekir ki bugün YDD'cilere alan açan birçok sıkıntının altında şu veya bu mezhepten sözde “esasa dönüşçü”, gerçekte “ihya” karşıtı, “yobaz” yaklaşımlardır. Hiçbir proje içermeyen o yaklaşımlar genele galebe çalmayıp küçük grupların fikriyatı olarak kaldıkça İslam dünyası YDD'cilere karşı zafer yönünde yol almaya devam edecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.