28 Şubat dindarlara karşı yapılmış bir darbedir
28 Şubat darbe döneminde "irtica" adı altında keyfi uygulamalarla görevinden alındığını ve halen görevine iade edilmediğini belirten İmam Hatip Abdulkadir Üstündağ, 28 Şubat'ın dindarlara karşı yapılmış bir darbe olduğunu söyledi.
28 Şubat 1997 yılında gerçekleştirilen ve "post-modern darbe" olarak adlandırılan o karanlık sürecin üzerinden tam 22 yıl geçti.
Askeri vesayetin öncülüğünde yargı, bürokrasi, medya ve sermaye bileşenlerinin kirli ittifakıyla inançlı insanları hedef alan 28 Şubat süreci, Türkiye tarihinde kara bir leke olarak duruyor.
Bu süreçte dönemin cumhurbaşkanın, muhalefetin, sendikaların, üniversite yönetimlerinin, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının iş birliğiyle İslami kesime yönelik adeta bir cadı avı başlatıldı ve haber ahlakını ayakları altına alan kartel medyası da ajitasyon ve manipülasyonlarla darbenin önemli bir ayağını oluşturdu.
28 Şubat "post modern" darbe döneminde "irtica" suçlamasıyla birçok kişi gözaltına alınarak işine son verildi. 28 Şubat'ta işlerine son verilenlerin arasında imam hatipler, müezzinler ve Kur'an öğreticileri de vardı. 28 Şubat döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından "itikadı bozuk" gibi bir gerekçeyle görevinden alınanlardan sadece biri olan Abdulkadir Üstündağ, 19 yıldır çok severek yaptığı görevini yapamamanın üzüntüsünü yaşıyor.
28 Şubat'ta dair acı hatıralarını ve o dönem yaşadığı zorlukları anlatan Abdulkadir Üstündağ, henüz 10 yıldır başladığı ve çok severek yaptığı imamlık görevinden, o dönem çeşitli bahanelerle açılan soruşturmalar sonucu ihraç edilmenin hüznünü aradan geçen yıllara rağmen halen unutamadığını söyledi.
28 Şubat döneminde Gaziantep'in Nizip ilçesinin Turlu Mahallesi'nde (köy) görev yapan İmam Hatip Abdulkadir Üstündağ, bir Cuma gecesi namaz kıldırdığı esnada camiye yapılan baskın sonucu gözaltına alındığını ve günlerce işkence gördükten sonra 4 yıl cezaevinde kaldığını anlattı.
"Türkiye'de yapılan darbelerin arkasında emperyalist güçler, ABD ve Avrupa vardır"
28 Şubat sürecinin Türkiye tarihinde kara bir leke olarak yer edindiğini belirten Üstündağ, "28 Şubat 1997 Türkiye'deki meşum darbe girişimi veya 'post modern' darbe olarak isimlendirilen darbenin 22'inci yıl dönümündeyiz. Maalesef bir darbeler, muhtıralar çöplüğü haline gelmiş bir ülke konumundayız. Özellikle iki kutuplu dünyadan bir kutuplu dünyaya geçtiğimizde Bir NATO yetkilisi 'bundan sonra NATO'nun görevi İslam ile mücadeledir' şeklinde bir açıklama yapmıştı. O tabi belki direk İslam kelimesinden ziyade milletin anlamadığı ya da anlayamayacağı bir dil kullanarak İslami radikalizm şeklinde kelimeler kullanarak NATO'nun bundan sonraki hedefinin bu olduğunu söylemişti. Biz yine biliyoruz ki Türkiye'deki yapılan darbelerin arkasında emperyalist güçler, ABD ve Avrupa vardır." dedi.
"28 Şubat dindarlara karşı yapılmış bir darbedir"
28 Şubat darbesinin dindarlara karşı yapılmış bir darbe olduğunun altını çizen Üstündağ, "1997 yılında Türkiye'de belki daha önceki darbelerden çok farklı bir şekilde darbe yapıldı ve 28 Şubat yüzde 98'i Müslüman olan bir ülkede dindarlara karşı yapılmış bir darbedir. Dindar olan halkımız bakkalından en yetkilisine kadar kamu kurumlarında çalışan kişilere kadar bütün dindar kesim iliklerine kadar işlemiş olan bir zulümdür, bir tahribattır. O dönem hatırlanacağı gibi dönemin paşaları '28 Şubat süreci bin yıl devam edecektir' demişlerdi. Gerçekten 1997 yılından başlayarak 2000'li yıllara kadar bu söyledikleri sözün üzerinde durmaya çalıştılar. Yine bizler hatırlıyoruz ki o dönem Batı Çalışma Grubu (BÇG) gibi kuruluşlarla İslami duyarlılığı olan Müslüman olan halkımızı fişlediler, öğrencisinden memuruna kadar herkesi istedikleri gibi fişlediler. Görevden attılar ve zulümler işlediler." ifadelerini kullandı.
"Camide beni cemaatin içerisinde gözaltına aldılar"
1990 yılında Gaziantep'in Nizip ilçesinde imam hatip olarak göreve başladığını hatırlatan Üstündağ, "Gerçekten mesleğimi severek, inanarak ve görevimin gereği olan dindar nesil yetiştirmek, halkımızın milli ve manevi değerlerini yükseltmek adına çalışmalarda bulunmuş genç bir imamdım. Daha sonra yine Nizip'in başka bir köyüne atandım. Ben burada da aynı şekilde görevimizin gereklilikleri olan irşat çalışmaları, gençlerimizi kötü alışkanlıklardan alıkoyma, sosyal barışı sağlamak, köyler arasındaki sevgi ve muhabbeti artırmak, kırgınlıkları gidermek noktasında gerçekten tüm köylülerimizle iç içe, beraber çalıştım. Pek çok gencimiz de gerçekten Elhamdülillah Allah'ın yardımıyla bağımlılıktan kurtuldu, daha sonra camiye geldiler, cami cemaatimiz oldular, müezzinlik yapanlar oldu. Bu şekilde çalışmalarımıza devam ederken 28 Şubat'ın devamı olarak 2000 yılında bir cuma gecesi beni gelip camide cemaatin ortasında sanki büyük bir 'terörist' yakalanmış gibi çok sayıda polis ve askerle etrafımı sararak beni cemaatin içerisinde gözaltına aldılar. Ondan sonra beni Gaziantep emniyetine getirdiler." şeklinde konuştu.
"Söylemekten utandığım işkencelere maruz kaldık"
Emniyette günlerce kendisine işkence edildiğini anlatan Üstündağ, "Burada akla hayale gelmeyecek ve söylemekten utanç duyduğum, gerçekten pek çok kişinin de malumu olduğu işkencelere maruz kaldık. Bu işkencelerinde gerekçesi; irşat etmek, her gün camide gençlere ders vermek ve milletin zekâtını fakirlere dağıtmak ki bu zaten bizim asli görevimizdir. İmam hatip olarak zaten yapmamız gereken buydu. Maalesef o dönem esnafından en yetkilisine kadar herkes dinlenilmişti, fişlenmişti. Ben gözaltındayken emniyetteki polisler benim cuma vaazlarımı bana dinlettirdiler. Bu şekilde sürekli beni dinleyip takip etmişler. O kasetleri bana dinlettiklerinde ben onlara 'bu benim zaten görevimdir' diye cevap verdim. Zaten gizli bir şey de yapmıyordum. Hatta cuma günleri camiye gelemeyenler ve bayanlarda o sohbetlerden faydalansın diye sohbetlerimi açık bir şekilde yapıyordum. Minareden bütün köy cuma vaazını dinleyebiliyordu. Zaten gizli bir şey yapacak olsam bunu alenen yapmazdım. Söylediklerimde de herhangi yasadışı bir şey yok. Asli görevim olan tebliğ görevimi yapıyordum. Ama maalesef buna rağmen büyük işkenceler, hakaretler ve zulümler ile bu yapmış olduğumuz faaliyetleri ve asli görevlerimizi sanki bir 'örgüt' adına yapmışız gibi ifadeler hazırlayıp, bizlere işkence zoruyla o ifadelerimizi imzalattılar. Bizi mahkemeye sevk ettiler." diye konuştu.
"Gözümüz kapalı bir şekilde bize ifadeler imzalattırıldı"
İfadelerinin işkence altında alındığını ve işkence altında imzalattırılan belgelerle cezalandırıldığını dile getiren Üstündağ, "Bu şekilde emniyette beş gün gözaltı süresince gerçekten söylemekten bile haya duyduğum şekilde ağır işkenceler altında gözümüz kapalı bir şekilde bize ifadeler imzalattırıldı. Daha sonra beş gün ek süre izin istenmesine rağmen acil bir şekilde bizi mahkemeye sevk ettiler. Normalde mahkemeye sevk edilmeden önce prosedür gereği bizi doktora götürüp muayene etmeleri gerekirdi. Doktoru emniyete çağırıp emniyette doktorlara bizi muayene ettirdiler. Zaten işkenceye uğradığımız için gözümüz, kaşımız ve her tarafımız kan revan içerisindeydi. Bu şekilde olmamıza rağmen emniyete gelen doktorlar bize sağlam raporu vererek bizi mahkemeye sevk etti. Mahkemede bize isnat edilen suçlara baktığımızda akla hayale gelmeyecek suçlamalardır. Doğal olarak biz bu suçlamaları reddettik. Bu ifadelerin işkencede kendilerinin hazırladığı ifadeler olduğunu, kendilerinin hazırladıkları ifadeleri bize zorla imzalattırdıklarını söyledik. Hatta gözaltındayken 'avukat istiyor musun?' diye sorduklarında evet dediğimde hakaretle, küfürle ve dayakla beni susturup imzalattırdıklarını söyledik. Bundan dolayı şikayetçi olduğumu söyledim. Bize isnat edilen bütün suçların yalan olduğunu, gerçeğinin olmadığını söyledim. Hatta görev yapmış olduğum 10 yıllık süre içerisinde görev yaptığım köydeki köylüleri, köy muhtarını, köy karakolunu, bütün cami cemaatini ve çevre köylerin bütün köylülerin de bu anlamda bana şahitlik yapacaklarını ve imzalı belgeler ile başvurmalarına rağmen maalesef mahkemede 'örgüt üyeliğinden' 15 yıl gibi akla ziyan bir hüküm ile cezalandırıldım." diye belirtti.
"28 Şubat iliklerimize kadar yaşadık"
28 Şubat sürecinde binlerce kişinin hukuksuz bir şekilde cezalandırıldığını ve halen cezaevinde tutuklu olduklarını belirten Üstündağ, "Tabi o süreçte sadece ben değil benim gibi olan gerçekten milletini, memleketini seven, bu milletin manevi değerleriyle uğraşan her kurumda öğretmeninden normal memuruna kadar cami imam hatiplerinden pek çok kamu kuruluşunda görev yapan en sıradaki bir işçiye kadar pek çok insan bu şekilde işkencelerle, zulümlerle kendilerinin uydurmuş olduğu ifadelerle işkencede imzalattırdıkları belgelerle maalesef savcılıklara sevk edildi, DGM'lerde yargılandı. Tabi o zaman hiç unutmam avukatıma 'bu davadan ceza almamız mümkün mü?' diye sorduğumda kesinlikle ceza almamızın mümkün olmadığını söyledi. Çünkü somut hiçbir delilin olmadığını ve zaten savunma yaparken bize işkence yapıldığına dair bazı arkadaşlarımızın raporu vardı, o rapor bana da verilmişti ama kayboldu, bir şekilde bulamadık. İşkence altında alınan ifadenin hem uluslararası hukuka göre hem de bizim hukukumuza göre geçersiz olmasına rağmen bunun kabul edildiğini ve o zaman 'örgüt üyeliğinden' 15 yıl ceza verildi. Nihayetinde cezaevine girdik. O dönem pek çok imam hatip, öğretmen ve bu durumda olan memurlar gerçekten Türkiye tarihinde en şiddetli bir şekilde zulmü, hakareti iliklerimize kadar yaşadık." dedi.
"28 Şubat'ta on binlerce kişi cezalandırıldı"
4 yıl cezaevinde kaldığını belirten Üstündağ, "Bana 15 yıl ceza verildi. Sonra 12 yıla düştü. Daha sonra ise Avrupa yasalarına uyum anlamında 'örgüt üyeliği' cezası düştüğü için ben 4 yıl cezaevinde kaldım. Daha sonra tahliye edildim. Tahliye edildik ama ailemiz ve çocuklarımız çok perişan olmuşlardı. Ailem Gaziantep'teydi, ben ise Mersin Silifke cezaevindeydim. Dolayısıyla annem yaşlıydı ve ziyaretlerde çok sıkıntılar yaşadılar. Ben 4 yıl cezaevinde iken ailem çok çileler çekti. Yine bizim durumumuzda olan arkadaşlarımızın da aileleri aynı sıkıntıları yaşadılar. Biz çok büyük mağduriyetler ve sıkıntılar yaşadık. Gerçekten de sadece biz değil o dönem binlerce ve on binlerce insanımız bu şekilde cezalandırıldı. O dönem belki en az ceza alanlardan birilerindendim. O dönem Kur'an dersi verdiği için, İslam'ı anlattığı için insanlar, sosyal adaleti ve sosyal barışı getirmek için mücadele eden o insanlar yine aynı gerekçelerle bugün halen cezaevindeler. Bu süreç maalesef halen devam ediyor. Evet, belki son dönemlerde bazı güzel gelişmeler oldu. Pek çok öğretmen arkadaşımız göreve iade edildi, benim durumumda olan imam arkadaşlarım tekrar görevlerine döndüler. Bir nebze de olsa bazı rahatlamalar geldi ve başörtüsü noktasında bazı güzel gelişmeler oldu ama tam olarak maalesef bu mağdur olan insanların bir bütün olarak rahatladığını ve bu sürecin bittiğini söylememiz mümkün değildir. Çünkü gerçekten halen cezaevinde olan yüzlerce 28 Şubat mağduru var ve bizim gibi gerçekten hiçbir suçu olmayan, gerçekten sadece bu toplum için çalışan bu toplumda 'dindar nesil' yetişmesi için çalışan insanların halen cezaevinde olduğunu biliyoruz." ifadelerini kullandı.
28 Şubat mağdurlarının yanı sıra Sivas mağdurları, Umut Davası ve Şahmerdan Sarı gibi alimlerin halen cezaevinde olduğunu anımsatan Üstündağ, Müslümanlar için 28 Şubat'ın halen devam ettiğine dikkat çekti.
"Mağduriyetler halen devam ediyorsa vicdanen rahat olmamalıyız"
Üstündağ, "Bir kişi bile olsa eğer halen mağduriyetleri devam ediyorsa vicdanen rahat olmamamız gerekir. Mutlaka bütün bu mağdurların maddi ve manevi itibarlarının iade edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Muhakkak o insanların da özgürlüklerine kavuşması ve itibarlarının iade edilmesi gerektiğini düşünüyorum." şeklinde konuştu.
"Diyanetin beni görevime iade etmesini dört gözle bekliyorum"
Tahliye olduktan sonra tekrar görevine dönmek için Diyanet İşleri Başkanlığına başvurduğunu ama bir türlü bir sonuç alamadığını belirten Üstündağ, şunları söyledi:
"Ben cezaevinden çıkar çıkmaz 'Topluma Kazandırma Yasası'yla cezaevinden çıktığım için arşiv ve sabıka kaydım olmamasından dolayı diyanete göreve iade edilmemi isteyen bir dilekçeyle başvurdum. Maalesef affa da uğramış olsam göreve dönemeyeceğim ile ilgili bana bir belge geldi. Sonra idare mahkemesine başvurdum. İdare mahkemesinde mahkemem iki sene devam etti. En son olarak idare mahkemesi de 'Diyanetin kendi takdir hakkıdır. Takdir hakkı kanunla belirlenemez' şeklinde bir dilekçe verildi. Bu şekilde göreve iadem yine durduruldu. Ama son iki sene içerisinde Diyanet İşleri eski başkanımız Mehmet Görmez'in çabalarıyla imam hatiplerin de görevlerine tekrar iade edilmesi için talimat verildi. Benden de evraklarım istendi ve görevime iade edileceğim söylendi. Ben de gerekli olan bütün evrakları ve bilgileri kendilerine gönderdim. Hatta nereye atanacağımı bile sordular, büyük bir sevinçle atanmayı beklerken yine göreve iade edilmedim. Yaklaşık 56 arkadaşımızın ataması gerçekleşti. Ama benimki gerçekleşmeyince ben tekrar Diyanete neden atanmadığımı sordum. Hakkımda açılmış bir soruşturmanın olduğunu söylediler. Benim de o güne kadar böyle bir soruşturmadan haberim yoktu. Bu soruşturmanın aslında benim atanmama bir engel olmadığını öğrendim. Diyanetteki hukuk müşavirlerinden bu soruşturmanın atanmama engel olmadığı anlamında cevap aldım. Şu anda soruşturmanın halen bitmemesinden dolayı atamamı bekliyorum. Diyanetin bir şekilde mağduriyetimi görüp beni görevime iade etmesini dört gözle bekliyorum."
"28 Şubat'ta yaşadıklarımızı unutmamız asla mümkün değil"
"O dönem yaşadıklarımızı ve yaşananları unutmak mümkün değil" diyen Üstündağ, "Çünkü gerçekten bizim kendimize göre hedeflerimiz ve hayallerimiz vardı. O hayallerimiz çalındı ve bu hedeflerimizden alıkonulduk. Aile düzenimiz bozuldu. Biz elhamdülillah Rabbimizin ihsanı ve ikramıyla kendi görev yaptığımız köyde ve çevre köylerde teveccüh gören, sevilen ve sayılan biriydik. Çünkü gerçekten insanlara ilişki kurup, insanların ıslahı için çalışıyor, kavgalı olanları barıştırıyor, gençlerle ilgileniyorduk. Bu anlamda bize gösterilen bir ilgi vardı. Bunların neticesinde hem milletin devlete olan güveni sarsıldı hem de bu milletin gerçekten kafası karıştı. Diğer tarafta bazı kesimler tarafından bizim de itibarımız çalındı. Gerçekten şahsiyetimizle oynandı. Maddi ve manevi değeri hem şahsımız kaybetti hem de toplum kaybetti. Gerçekten hayallerimiz çalındı, hedeflerimiz çalındı. Özellikle hem şahsımızın hem de ailemizin o günleri unutması asla mümkün değildir. O günler gerçekten de çok zor günlerdi. Emniyetteki yapılan işkencelerin, işkence altında ölen insanların, işkence sonucu sakat kalan insanların unutulması mümkün değil. Bizim düzenli ailelerimizin düzeninin kaçması ve ailemizin çektiği sıkıntılar, yaşlı annelerimizin cezaevi yollarında gidip gelmesi ve çektikleri sıkıntıları, eşimin ailemin ve sevdiklerimin çektikleri olmadık mağduriyetleri ve bizim çektiklerimizi unutmamız mümkün değildir. Rabbim, inşallah bu memlekete, millete bir daha böyle günler yaşatmasın." temennisinde bulundu.
İLKHA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.