Dr. Abdulkadir TURAN
Kendiyle Yüzleşmek
Türkiye’de sol, kendisiyle yüzleşmiş değil; ‘Kürt’ ulusal solu da onunla aynı noktada duruyor. İslam’a bakışları hala geleneksel Marksist bakıştır
‘Burada cennette büyüdüm ben. Çukurova’da muhacirdik. Türkmenler arasında tek Kürt aileydik. Ama hiçbir kötülük görmedim. Tersine: En sevgili çocuk bendim. Bütün çocukları döverlerdi. Kürt diye bana ilişmezlerdi. Bin yıl beraberdik. Türkiye, bunu dinlesin. Bütün Türkiye benim köyüm gibi olsun...’
Bu sözler ünlü romancı Yaşar Kemal’e ait. Osmaniye’deki eski köyünde, bir süre önce bir tören dolayısıyla yaptığı konuşmadan alındı.
Yaşar Kemal, sol görüşlü. Aslen Vanlı... Ailesi oradan göç edip Osmaniye’nin Hemite Köyü’ne yerleşmiş. Farklı dillerden, aynı inançtan insanların huzur içinde bir arada yaşadıkları köyünde ‘birlikte yaşam’ ile ilgili hislerini böyle anlatmış.
Solun ünlü ‘özeleştiri’ söylemi son dönemde yerini ‘kendiyle yüzleşmek’ söylemine bıraktı.
‘Kendiyle yüzleşmek’ ifadesi, ‘özeleştiri’ ifadesinde olduğu gibi ‘geçmişi üzerine düşünerek hatalarını tespit edip dile getirmek anlamında kullanılıyor.
Ünlü romancının sözleri de gündeme uygun olarak bu çerçevede söylenmiş sayılır. Ama ‘kendiyle yüzleşmiş’ sayılmak için geçmişte görülmeyen bir gerçeği bugün görmek yetmez. O gerçeğin ardındaki gerçeği de ifade etmek gerekir.
Yaşar Kemal’in sol görüş içinde yıllarca örfüne, inancına karşı durduğu, bugün ise değişerek cennet olduğunu itiraf ettiği Osmaniye’nin Hemite Köyü’nü, farklı dillerden aynı inançtaki insanlar için birlikte yaşam cenneti yapan, o köyün ‘Müslüman Köyü’ olmasından başka bir şey miydi? O yaşama dahil olmak için Müslüman olmaktan başka bir şart aranır mıydı? Hatta köyün işleyişini bozmamak şartıyla gayrimüslimler de farklı yerlerden gelir, Müslüman Köyü içinde yerini alırdı.
Sadece köy mü, hayır... 30-35 yıl önce Eskişehir’e, Afyon’a gelen Van’lı, Bingöl’lü, Mardin’li işçiler ‘Şarklı’ diye onurla karşılanır, çoğu zaman kira alınmadan ev verilir, yerleştiği ilçenin bütün güzelliklerinden yararlanır, ilçe halkı arasındaki husumet gibi olumsuzluklardan itinayla korunurdu.O, bir kesimin, bir çevrenin değil, bütün il-ilçe halkının Allah misafiriydi.
Aynı dönemde yöremize gelen Afyonlu, Kayserili, Aydınlı, Samsunlu öğretmenleri dinleyin, Yaşar Kemal’in kendi köyü için anlattıklarını onlar Urfa’nın,Siirt’in, Batman’ın köyleri için anlatır, ‘Öğretmenlik hayatımızın en güzel yıllarını orada yaşadık. Farklılıklarımız renkliliğimizdir, güzelliklerimizdir, o yörenin diliyle, geleneğiyle mücadele edilmesine karşıyız. Bazı olumsuz uygulamalar bize dayatıldı dediklerine tanıklık edersiniz.
Bu toplum, İslam şemsiyesi altında birbirini hep kardeş bildi, birbirini hep sevdi, son yıllardaki (ayrı bir yazıya konu olacak) propagandalar bir yana bırakılırsa. İslam ortak değeri, bu toplumsal şuur içinde bu toprakları toplumsal ilişkiler anlamında hepimiz için ‘birlikte yaşam’ cenneti kıldı.
Toplumların birbiriyle bir problemi olmadı. Sorun, siyasi yapının son iki yüzyıllık İslam karşıtı dayatmalarından kaynaklandı. Yaşam kaynağımız, hayat kaynağımız İslam’dır. O kaynak kurutuldukça, doğru bir ifadeyle o kaynakla bağımız koparıldıkça hayatımız kurudu, birlikte yaşamın tadı bozuldu.
Ama sol, sorunun kaynağı olan siyasi yapının İslam karşıtı dayatmalarıyla uğraşmadı. Aksine: Toplumu bir arada, bir cennet içinde tutan İslam diniyle uğraştı. Uğraştı da ne demek! İslam’a üzerindeki yansımaları olunca sol kendisini Batı’nın uzantısı modern sistemin saray kardeşi, ortağı, işbirlikçisi, gönüllü askeri gördü. Siyasi yapının İslami yaşama yönelik fiziki baskılarını sol, kültürel savaşla tamamladı, onunla da yetinmedi, mahalleden üniversiteye İslami yaşama fiili olarak karşı durdu. Bugün de İmam Hatip Liseleri, Kur’an-ı Kerim ve siyer dersleri gibi düzenlemeler ve kızların ilköğretime, yetişkin kadınların işlerine başörtüsüyle katılması gibi taleplere karşı duruyor.
Türkiye solu, büyük çoğunluk açısından kendisiyle yüzleşmiş değil, eskimiş siyasi yapının o ayrılıkçı, baskıcı, engelleyici, karakterini sürdürüyor.
Türkiye Barolar Birliği başkanlığına seçilen kişi ‘Biz, Danıştay’ın bayan avukatların başörtüsüyle duruşmalara katılabilmesi kararını içimize sindiremedik’ diyor. Bu ses, ulusalcı ‘Türk’ solunun ortak sesidir. O sesin sahibinden sindirim yapısı, solun ortak sindirim yapısıdır.
Yaşar Kemal gibi isimler kendilerini o tür bir sol içinde saymasalar da hala solun ezici çoğunluğu söz konusu İslami hürriyetler olunca aynı yerde duruyor, yüzünü gösterecek bir aynanın karşısına çıkmaktan kaçınıyor.
‘KÜRT’ ULUSAL SOLUNUN KENDİSİYLE YÜZLEŞMESİ
Hakim siyasi yapının, eskimiş siyasi geleneğin İslam’a yönelik baskılarında her zaman Türkiye solunun geneli içinde yerini alan ‘Kürt’ ulusal solu kendisiyle yüzleşti mi?
Bu solun ‘tarihi dönüşüm iddiasında bulunduğu bugünlerde onunla ilgili bu yönde bir değerlendirme yapmanın tam zamanı:
‘Kürt’ ulusal solu, otuz yıllık varlığında bizim dış toplumsal imajımıza ne kattı, o imajdan ne götürdü?
‘Kürt’ ulusal solu, bizim kültürel değerlerimize ne kattı o değerlerden ne götürdü.
‘Kürt’ ulusal solunun İslam’a bakışından ne gitti, ne kaldı?
‘Kürt’ ulusal solu, 1
Türkiye’ye teslim edildiği günden bu yana ulusal sol gözlüğüyle, Batılılardan ya da ‘Türk’ solu eskilerinde düşünce toplamacılığı yapan Öcalan’ın İslam’a yönelik Marksist önyargılı yaklaşımında bir değişme yok. Öcalan, hangi tarihte gerçekleşirse gerçekleşsin İslam kaynaklı bütün hareketleri ‘Din, faşizmin bir ürünüdür’ kalıp bakışı içinde, dışarıdan bir hareket olarak değerlendiriyor. Genelde bütün insanlık ve İslam tarihi, ‘özelde Şeyh Halid-i Bağdadi sonrası Kürt toplumunun inşası konusunda sadece yanlış düşünmüyor, aynı zamanda yalan söylüyor. 2
Neredeyse bütün dünya ‘insan, maymundan dönmedir’ iddiasının bilimsel hiçbir temeli olmadığı inancına teslim oldu, bu sol, hala kendi yayın organlarında gayet görünür yerlerde ‘Bozuk arazi Evrimi Hızlandırmış’ gibi haberlerle maymun kökenliliği savunmaya devam ediyor. 3
Sümer hikayeli tarih anlatımının Yahudi tarihçilerin modern bir masal uydurması olduğu gittikçe güç kazanırken bu sol, o hikayeleri adeta yeni keşfediyor. 4
Bütün dünyada Marks ve Lenin ideolojisi, modernizmin diktacı bir mezhebi olarak geçen yüzyılın acılı tarihine bırakılırken bu sol kendi yayın organlarında onları hala bir peygamber gibi kutsuyor.
Kızların ilköğretim okullarına başörtüsüyle devam etme taleplerine fiili olarak karşı durdu. Bu konuda Milli Eğitim bürokrasisindeki olumlu değişimden kaynaklanan ‘sistem boşluğu’nu kendi denetimindeki öğretmen sendikası Eğit-Sen üzerinden fiili olarak doldurdu.
Meclis’teki aslında sadece sembolik olan alkol sınırlandırılması yasasına solun diğer kesimleri ile birlikte karşı çıktı, ‘Bırakın yurttaş içsin’ dedi.
Batı toplumları fuhuş ve eşcinsellik belasından kurtuluş yolu ararken bu sol, fuhuşu bütün türleriyle temel insan hakları arasında görüyor, fuhuşun, eşcinselliğin gönüllü bir etkinliğe dönüşmesi için yayın organlarını reklam zemini olarak kullanıyor. 4
Bu haliyle, bu sol, çekirdek yapısıyla bize yabancı, teorik olarak bizden değil, bizim toplumsal tarafımızı hiçbir şekilde yansıtmıyor. Kendisindeki değişim İslam’a olumlu bakmaya yönelik bir değişim değil, klasik soldan yeşilci-feminist sola doğru hafif bir eğilimdir sadece.
ULUSAL SOLUN BİZE KATKISI
Pratiğe bakalım, İslami değerlere bakış açısından toplumumuzu iki kategoride ele alabiliriz:
İslami hedefleri olanlar
İslami bir hedefi belirgin değilse de İslam’ı hayatının vazgeçilmezi olarak gören büyük çoğunluk.
Bu iki kesim bir bütündür ve birbirinin tamamlayıcısıdır. Bu bütünün ulusal solla ilgili değerlendirmesi az çok şekillenmiş. Biz, bu bütünlük oluşturan iki kesimin gözüyle değil, Kürt örf ve adetlerine değer verdiğini söyleyen, kendilerini ‘milliyetçi’ ya da ‘milli değerlere bağlı’ olarak gören, bu çerçevede farklı ittifaklar içinde yer almaktan çekinmeyenlerin gözüyle bakalım:
‘Kürt’ ulusal solu etki alanındaki kesimler, bu etki alanına (pratik kültürde giyimde, sofraya oturuşta, sokakta) açılmadan önce mi daha Kürttü yoksa bu etki alanına açıldıktan sonra mı? Daha Kürttür?
Bu kesimler, bu değişmiş halleriyle daha Kürt mü görünüyor yoksa bütün dünya solunun etki alanına giren toplumlarda olduğu gibi daha Fransız, daha Rus, daha İskandinav, daha Alman, daha İngiliz olarak mı görünüyor?
Toplumların özgül yapısının yeniden revaçta olduğu böyle bir dönemde ‘Kürt’ ulusal solunun eski karakterini sürdürmesi durumunda Kürtlerin özgüllüğünün sonu ne olur?
Ulusal solun dünya genelinde olumlu bir imajı yok. Bu sol, ulusalcılık aldatmacasıyla eski Batı’nın değerlerini topluma zorla kabul ettiren, milli değerlere sahiplenme adı altında giyimde, oyunda, müzikte, yemede, içmede, oturuşta, kalkışta o değerleri folklorik bir tören malzemesi ve müzelik bir eşya durumuna düşüren bir ideoloji olarak biliniyor, tüketim toplumu oluşturma, kültür endüstrisi içinde yer almada kapitalist sistemin önemli bir ortağı sayılıyor.
‘Kürt’ ulusal solu, Kürtler açısından bundan farklı bir yerde mi duruyor? Her kültür kendi bütünlüğü içinde yaşanır. İsveçliler gibi düşünüp yaşayan bir Kürt için Kürt kültürünün bir tören malzemesinden, müzelik bir eşyadan farkı kalır mı?
Açık bir ifadeyle hem solcu olmak hem Kürt olmak ya da Kürt kalmak mümkün mü?
Dünyada ulusal solun kültürel yıkımını durduran hareketler, ulusal sol şemsiyenin altında mı yer aldılar, yoksa ona karşı durarak mı toplumlarına yeniden hayat verdiler?
Biz, ulusal solu kendimiz için bir ‘şemsiye kültür’ kabul etsek, yarın ahlakta, kültürde, bilimde çevre toplumlarla ilişkilerimizde daha iyi bir yerde olacak mıyız?
Uyuşturucunun, içkinin, fuhuşun, intiharların yayılmasında, Kürt gençlerin İstanbul Aksaray meyhanelerine sermaye edilişinde ulusal solun rolü nedir? Biz, bazı temel hakları elde etmek için ulusal sol faturayı ödemek zorunda mıyız?
İslam dünyasının ulusal sol süreci İslam dünyası için kültürde, sanatta, edebiyatta ‘Kayıp yüzyıl’ olarak görülüyor; Kürtlerde durumun farklı olacağına dair ulusal soldan bir güvence alınabilir mi?
Sadece İslam dünyasında mı? Değil, bütün dünyada ulusal sol, geçmişe uğurlanıyor ve hiç kimse o geçmişe rahmet okumuyor. Kürtler, ona rahmet okuyacak mı?
Her şey bir yana neden ulusal sol? Bunun kazancı, gerçekten kaybını anlamsızlaştırır mı?
Ulusal sol, dış desteği de olarak siyasete el koyuyor. Geçmişte ayrılığı savunuyordu, bugün birliktelikten söz ediyor. Ama siz ayrılığı çağrıştıran bir söz etmişseniz sizi ilkel milliyetçilikle itham etmekle yetinmiyor, hakim güçlere ‘bunların toplumla yayılma imkanı bizden büyük, bunlar bizi dünya değerlerinden de koparırlar’ diyerek şikayet ediyor, ‘Bunları birlikte engelleyelim’ diye önerilerde bulunuyor. Siz, kendi düşünce bütünlüğünüz içinde birliktelikten söz etseniz kendi uç kesimlerine ve saf halka dönüp ‘Bakın bunlar faşizmin işbirlikçisi’ diye bağırıyor. Bu diktacı, tek tipçi, tek partici yaklaşım pozitif bir siyasi ortamın önünü tıkamıyor mu? Sizi kendisine hileyle mahkum etmiyor mu?
Ulusal sol, kendisiyle yüzleşmiyorsa siz onun kendisiyle yüzleşmesini sağlayacak, o yüzleşmeyi kolaylaştıracak ortamı oluşturabilirsiniz.
Ulusal solun peşinden gidenler, kendileri ile yüzleşmeden onların pozitif bir geleceğe hizmet etmeleri mümkün değil.
Dipnot
1 ‘Türk’ ‘Kürt’ adları tırnak içine alınmış, çünkü toplum adları ile solu bir arada anmak şık değil.
2 ‘Azadiya welat’ gazetesi, Öcalan’ın ‘Manifestoya sareşa (Demokratik Mücadelenin Manifestosu)’ yazı dizisinin beşinci bölümü (Tarih: 30 Mayıs 2013)
3 Özgür Gündem, 29 veya 30 Mayıs 2013
4 A.Öcalan, Sümer Rahip Devletinden Demokratik Cumhuriyete.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.