Emin GÜNEŞ
Müslümanların kutsalları bu bayrak ve bu vatan mı?
Laisizmde kutsalların olmadığını biliyoruz. Ancak bildiğimiz kadarıyla mevcut laik eğitim sisteminde de dini argümanlar kullanılarak bazı şeyler kutsanmaktadır. Mesela bayrak ve vatan bunlardandır. Vatan için “hubbul vatan minel iman,” hadisi uydurulmuştur. Bayrağın renginin şehit kanı ile irtibatlandırılması, hilalin harflerinin ise “Allah” lafzı celali ile aynı olması şeklinde beyanlar zoraki kutsiyet izafeleridir.
Vatan kelimesi sözlüklerde: “ülke, yurt, bir kimsenin, bir milletin ömür geçirdiği, yaşadığı ve havasını teneffüs ettiği yer” olarak tanımlanır. Öğrencilerle tartıştığımızda bu tanım ilk bakışta hepsine doğru gelir. Ancak Almanya’da doğup büyüyen bir çocuğumuzun vatanı Almanya mıdır? Dediğimizde yine bir kısmı evet bir kısmı hayır derken, içinizde birisi orada doğdu diye oranın korunması için ölümü göze alır mı? Ya da ölürse şehit olur mu? Dediğimde hepsi birden hayır diyebiliyorlar.
Esasen vatanı mübarek kılan üzerinde yaşatılan değerlerdir. Müminler için şehadet sırf Allah rızası için canını vermekten ibarettir. Allah’ın hükümlerinin uygulandığı topraklarda buna yönelik bir tehlike belirdiğinde bu toprak paçası üzerinde Artık Allah’tan başkasının hükümlerinin ya da tağutun hâkimiyetinin tesis edileceği tehlikesi belirdiğinde bu toprak, korunmaya ve ya uğrunda ölünmeye değer hale gelir. Eğer bir toprak parçasında Allah’ın hükümleri hâkim değil, mahkûm ise bu toprak parçası uğrunda ölmeye değer bir toprak olamaz. Olsa olsa burada yeniden hâkimiyetin Allah’a ait olması için ölünür.
Sırf Allah’ın ahkâmı tatbik edilsin dediği için binlerce Müslümanın zindanlarında çürütüldüğü, fakirlerinin çöplüklerden ekmek topladığı bir yerde kimseden zindanları için ya da çöplüklerini koruması için ölmesi istenemez.
Bayrağın devleti temsil ettiği tartışmasızdır. Bu durumda devlette yukarıda açıkladığımız şekilde müminler açısından ancak müminlerin kutsallarına hürmeti nispetinde hürmete layıktır. Mevcut devletin kimliğini, değerlerini açıklamaya gerek yoktur. Devletin dinsizliği anayasa ile sabittir. Böyle bir devletin sembolünün şehadetle ve ya şehit kanları ile ilgisi olamaz. Bayrağa duyulan saygı veya ona atfedilen kutsiyet bir bakıma bu dinsiz devlete kutsiyet atfı gibidir. Buna bayrağın önünde “kıyam” edilmesi ve “el basılarak üzerine yemin edilmesini” de eklediğimizde nasıl putlaştırıldığı ve Allah’ın haşa yerine ikame edildiğini anlamamız zor olmaz.
Laik ve milliyetçi siyasi parti liderlerinin bu bayrağa kutsiyet izafesi anlaşılabilir. Bir Müslüman da başkasının putuna sövmeme prensibinden hareketle bu değerlere hakaret edemez. Ancak İslamcı olarak bilinen liderlerin mevcut bayrak konusundaki ihtiram içeren sözleri eğer takiyye değilse yukarıdaki açıklamalar muvacehesine itikadi bir meseledir. İçkinin, kumarın, faiz ve fuhşun kanunlarla korunduğu bir ülke nasıl müminlerin vatanı (dar’ı) olabilir?
Anlaşılan Müslümanlar vatanı Dar’ül İslam’a dönüştürme hayalleri kurarlarken rejim İslamcıları “devletleştirmiş” bir bakıma “kamulaştırmıştır”. İslamcılar; rejimin sahibi aslileri CHP ve “biz iktidarda olmasak da düşüncemiz iktidar” diyen MHP ile devleti ve onu temsil eden bayrağı kutsama yarışına girmiş durumdadırlar. Müslüman gençlerimizin kız erkek demeden uyuşturucu ve fuhuş bataklığına düşmesi ve onları bataklıklardan kurtarmayı kendilerine vazife bilen âlimlerimizin hocalarımızın zindanlarda çürümesi karşısındaki duyarsızlık, buna mukabil TC bayrağına saygısızlık karşısındaki duyarlılık bizi şaşırtmadı doğrusu. Müslümanlar fiziki olarak bölünse de dağılsa da eskiden duygularda ve duyarlılıklarda birlik vardı. Demek ki o da bu dağınıklıktan etkilenmiş.
IŞID denilen yapıyı ve yaptıklarını doğrusu sadece onların hasımlarının tanımladığı haliyle tanıyor ve biliyoruz. Bunun sağlıklı bir tanıma olmadığı gayet açıktır. Gösterilen bazı videoların ne kadarı onlara ait ne kadarı onlara mal edilmektedir bilemiyoruz. Ancak IŞİD’in Musul’a girmesi karşısında Türkiye Müslümanları duydukları endişeyi ABD askerlerini Afganistan ve Irak’a girişlerinde duymuşlar mıdır? Bilemiyorum. Kanaatimce bu endişe devletleştirilmenin neticesidir. Zira devlet ve ya rejim benzer tehlikelerin kendisini de beklediği anlayışındadır.
Devletleştirilen Müslümanların içinde yaşadıkları laik yani dinsiz rejimi Şiilerin ya da Selefi’lerin şer’i esaslara dayalı yönetimlerine tercih ettiklerini yakinen biliyorum. Ehlisünnetin hilafete dayalı ve diğer mezhepleri kuşatacak bir İslam devletinin kurulması ümmetin bu dağınıklıktan kurtulup vahdeti hepimizin arzusudur. Ancak bir tercih zorunluluğu doğduğunda Şii ve ya Selefi de olsa içki, kumar, fuhuş ve faizin yasaklandığı bir yönetimin dinsiz bir yönetime ya da her türlü melanetin kanuni teminat altında olduğu bir rejime tercih edilmesi daha doğru olmaz mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.