Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

‘Yoksulluk Kültürü Tehdidi’

İnfak yapmak, sadece bir insanın karnını doyurmak, bir kişiyi giydirmek değildir. İnfak yapmak, yoksulluk kültürüne karşı bir savaş, kölelik ruhuna karşı bir mücadeledir. 

İslam dünyasının ‘yokluk’ problemi yoktur, ‘açlık’ ve ‘yoksulluk’ problemi vardır.

Dünyada açlık ve yoksulluğun nedeni ‘imkânların kıt, ihtiyacın çok olması’ olarak iddia edilir. İslam dünyasında durum bundan farklıdır. İslam dünyasındaki açlık ve yoksulluğun nedeni ‘imkânların çok, kullananların az’ olmasıdır.

Burada söz konusu olan imkânlar, kişisel çaba veya ticarette elde edilen sonraki varlık da değildir. İslam dünyasının bizzat doğal kaynakları, adil paylaşıldığında ve ümmetin faydasına açıldığında İslam dünyasındaki açlık ve yoksulluk problemini çözebilecek yeterliliktedir.

İslam, şartlar üzerinden ifadeyle Kelime-i Şehadet, Savm u Salat, Hac u zekâttır.

Resulullah’ın İslam’a davetinde imandan hemen sonra namazla birlikte infak gelir. Duha Suresi, Kur’an-ı Kerim’in ilk sürelerindendir ve o sürede Rabbimiz, Hz. Resulullah’a (SAV) ‘Öyleyse sakın yetime kötü muamele edip onu azarlama ve sakın el açıp isteyeni azarlama diye emrediyor. Maun Suresi’nde ‘yetimi itip kakmak ve yoksulu doyurmaya teşvik etmemek’, kimi rivayetlere göre as bin Vail gibi müşriklerin, kimi rivayetlere göre Abdullah b. Ubey gibi münafıkların özelliği olarak verilmiş. Başka sürelerde de ‘kendisine rızık olarak verilenden infak’ mü’minin özellikleri arasında sayılırken ‘yoksulu doyurmamak muhtacı gözetmemek’ Allah’a isyan edenlerin sıfatları arasında verilmiş.

Dünyanın başka yerlerinde açlığın, yoksulluğun var olması olabilir bir haldir ama İslam dünyasında olması normal değildir. İslam’ın toplum hayatı üzerindeki etkisinin zayıflamasına işarettir.

Sömürgecilik, savaşlar, afetler ve iklim koşullarının elverişsizliği bütün dünyadaki açlık yoksulluk nedenleridir. Ancak insan, nedenleri etkisizleştirme veya etkilerini azaltma kabiliyetine sahiptir. Açlık ve yoksulluk nedenlerini etkisizleştirme, ancak imkânların adaletli paylaşımı, yeryüzünün uygun şekilde işletilmesi, insanların verimliliğini artıracak şekilde eğitilmesi ve infakla mümkündür.

İslam dünyasında olumsuz nedenlerin önü açık, tedbirlerin ise önü kapalıdır.

İmkânlar, uygun şekilde paylaşılmıyor.

Yeryüzü uygun şekilde işlenmiyor.

İnsanların verimliliğini artıracak bir eğitim sistemi yok.
İnfak müssesesi sembolik düzeye inmiş.

‘Buna rağmen İslam dünyasının durumu pek çok yönden başka yerlerden iyi’ diye bir itiraz yapılabilir.
Bu itirazın haklılık payı varsa da bu, yoksulluğun ne olduğu üzerinde düşünmeyi de gerektiriyor.

Orada burada dağ, petrol ve doğal gaz gelirleriyle gökdelenler inşa edenler, Amerika’nın sosyal güvenlik sistemine (yoksulluk, işsizlik fonlarına) para yetiştirmek için kâğıt üstünde silah alımı yapanlar, bir yurt dışı gezilerine bir şehrin bütçesini harcayanlar varken biz İstanbul’da, Kahire’de, Diyarbakır’da, Tahran’da, İslamabad’da, Karaçi’de, Kabil’de, Bişkek’te, Kosova’da, Bosna’da, Tiran’da günlük yiyecek ve giyeceğini bir aile boyu günde on altı saat çalışarak temin edebilenleri varlıklı mı sayacağız?

Birileri keyiflendikçe yerlere dolar, euro savururken ‘Ah, her gün bir muhtaca verebilecek bir artık liram olsaydı da verebilseydim’ diyerek infak etme ihtiyacını karşılama hasretiyle bir ömür geçiren mü’mini namazını kılamayacak kadar aç değil, cumaya gidemeyecek kadar giysisiz değil diye muhtaç olmayan sınıfına mı alacağız?
Birileri paralarını saymayı bile zahmet görüp başkasına yaptırırken benim de bir sosyal etkinliğe katılacak bir boş günüm olsa diyen mü’mini ‘elini kimseye açmıyor’ diye müreffeh mi bileceğiz?

‘YOKSULLUK’ YENİDEN TANIMLANIYOR
Yoksulluk, ‘maddi yönden yetersiz olma durumu’ diye tanımlanır, ‘günlük ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olmak’ diye açıklanır.

Bu tanım, bu açıklama doğrudur elbette, ama yetersizdir daha doğrusu açıklanmaya muhtaçtır.
Bir mutlak yoksulluk vardır, bir de göreceli yoksulluk. Mutlak yoksulluk, burada tanımlanan yoksulluktur, göreceli yoksulluk ise ortalama gelir düzeyinin altında olmaktır. Herkesin mağarada yaşadığı bir yerde mağarada olmak yoksulluk olmayabilir, hatta geniş ve kullanışlı bir mağarada olmak varlıklı olmak bile kabul edilebilir. Ama herkesin müreffeh konutlarda yaşadığı bir yerde ‘iki oda bir koridor’ bir evde yaşamak yoksulluktur.

Yoksulluk vardır, bir de ‘uç yoksulluk’... Yoksulluk, belirli bir toplumda bir insanın asgari standartlarda bir hayat sürdürebilmesi için gerekli kaynaklara sahip olmamasıdır. ‘Uç yoksulluk’ ise çok geniş bir sosyo ekonomik mahrumiyetin içinde yaşayan, ayrımcılığa ve dışlanmaya maruz kalan, gelir ve servet dağılımında en dipte yer almayı’ ifade eder.
Sürekli yoksulluk, çevresel-mekânsal yoksulluk, sınıf altı yoksulluk gibi kavramlar da yoksulluğu anlatmak için kullanılır.
Sürekli yoksulluk, yoksulluğun kuşaktan kuşağa, babadan oğula geçmesini anlatır. Çevresel-mekânsal yoksulluk, ‘eski ve bakımsız evlerde, yüksek işsizlik oranlarının belirgin olduğu semtlerde’ oturmaya mahkûm olmak için kullanılırken ‘sınıf altı yoksulluk’ da İslam dünyası gerçeğinde sosyal yardıma hep muhtaç olmayı, yoksulluğunu bir kültür olarak kabullenmeyi ifade için kullanılabilir. Batı gerçeğinde ise bu tür yoksulluk, karnını doyurmak için kötülüğe bulaşmayı, derdini unutmak için içkiye, uyuşturucuya (belki sigaraya) müptela olmayı karşılıyor. Ki bu tür yoksulluk, Batı tarzı oluşan ve gelişen İslam dünyası metropollerinin bir gerçeği haline geliyor. Nice insan şehirlerin varoşlarında (kenar semtlerinde), slumlarında (eski şehrin içinde kalan köhne tarihi semtlerde) kötülüğü bir geçim kaynağı haline getirmiş, derdi üzerine düşünmemek için içkiye, uyuşturucuya sarılmış.

SÖMÜRÜ OLARAK YOKSULLUK
Yoksulluk problemine yeni dünya gerçeği içinde bakmak lazım. Bugünün dünyasında ‘sömürü olarak yoksulluk’ kavramı üzerinde çokça düşünülmeye değerdir. Bu kavram, tatmin olmuş hatta şımarmış ve haddini aşmış azınlık sınıfının hizmetinde, hiçbir sosyal ve siyasi faaliyete katılmadan karın tokluğunu aşan bir gelire sahip, şehevi arzularını az çok gideren, yılın birkaç gününde tatil yapabilen işçi, memur kesimini anlatmak için kullanılır. Onlar için hayat, biyolojik bir düzeye düşmüş, biyolojik ihtiyaçlarını giderme uğruna beyinlerini ve vicdanlarını, sosyal ve siyasi sorunlar konusunda tatil etmişler ya da patronlarının hizmetine vermişlerdir. Bir itiraz içinde yer alırlarsa ‘işsiz kalma’ dedikleri ‘aç kalma, yoksullaşma’ tehdidine maruz kalmaktan endişe ediyorlar. ‘İtiraz’ bir insan hakkıdır, bunlar ‘itiraz yoksulu’dur, itiraz haklarını ya hiç kullanmıyorlar ya da ‘patronlarının keyfi’ için kullanıyorlar. Tahrir’de, Gezi’de yer alan banka ve şirket çalışanlarının bir kısmı bunlardan oluşuyordu. Onlar iş yerlerinde patronlarına yönelmiş öfkelerini o meydanlarda ‘patronlarının keyfi için tüketme’ ustalığına, profesyonelliğine ulaşmış banka ve şirket çalışanları sınıfıdır, ‘sömürü olarak yoksulluk’un tam karşılığıdır, bir tür postmodern sömürge memurudur.

KÜLTÜREL YOKSULLUK TEHDİDİ
Yoksulluğun en uç hali, en aşırı hali, en yıpratıcı, en sürekli hali kültürel yoksulluktur daha doğrusu yoksulluk kültürüne düçar olmaktır.

Yoksulluk kültüründe, yoksulluk bir kültür halini aldığında, ‘açlığı giderme faaliyeti bütün manevi değerlerin önüne geçer.’ Karnını doyurmak, arzularını asgari düzeyde de olsa gidermek en yüksek değer, en büyük gaye halini alır. Yoksulluk kültüründe en büyük mukaddesat geçimdir, hatta tek mukaddesat geçimdir. Geçim, tek hedeftir. O hedef, bütün işleri ve bütün gayr-i insani etkinlikleri mubah kalır. ‘Ne yapalım geçim derdi!’, ‘Biz, karnımızı doyurma derdindeyiz’ sözleri, bu kültürün en belirgin işaretleri ve en yaygın sloganlarıdır.

Otoriteye boyun eğme, yönetime yönelik eleştiriden kaçınma, bununla birlikte mırın kırın düzeyinde kalan sürekli bir şikâyet hali, suçu hep kendinde ya da ait olduğu çevrede bulma, kendisini sömürenlere kendisine zulmedenlere kendi kapalı mekânında küfrederken bile onları yüceltme bu kültürün işaretleridir.

Yoksulluk kültüründeki insan için sosyal ve siyasi faaliyetlerin hiç bir değeri yoktur. O, insanlığının bu yanlarından tamamen vazgeçmiş ya da bu yanlar ancak bedelsizse onlara razı olabilecek durumdadır. Herşeye geçim merkezli yaklaşmak, onda geçim kaynaklarını elinde bulundurduğuna inandığı otoriteye mutlak teslimiyete yol açmıştır. Onların öfkesine yol açacak her etkinlik, onun nazarında ahmaklıktır.

‘Kültürel yoksulluk’ veya ‘yoksulluk’ kültürü’, bugün İslam dünyası için büyük bir tehdit haline gelmek üzeredir. Bu hal, İslam dünyasında zalim yönetimleri ve sömürge yapısını kalıcılaştırma tehlikesini barındırma potansiyeline sahiptir. Bu, bir kapıdan girdiğinde imanın diğer kapıdan çıkmasına yol açan bir yoksulluk türüdür.

Müslüman olmak, ‘itiraz’ ve ‘kabul’ haklarını doğru kullanabilmektir; yanlışa ‘Hayır’, doğru olana ‘Evet’ diyebilmektir. Yoksulluk kültürü; bu insani hali törpülüyor, yok ediyor, insanın iradesini elinden alıyor, insanı biyolojik ihtiyaçlarını gidermesi uğruna iradesizleştiriyor. Müslüman olmak, iradesini doğru yönde kullanmaktır. İradeyi doğru yönde kullanmak için irade sahibi olmak gerekir. İradesi olmayan hangi iradeyi kullanacak?

Müslüman olmak, duyarlı olmaktır. Müslümanın sadece karnını doyurmaya değil, başkalarını da doyurmaya ihtiyacı vardır. İnfak yapabilmek, bir mü’min için ihtiyaçtır. Bu ihtiyacını gideremeyen mü’min, yoksuldur.

Müslüman, çarkın dişi olmayı kabul etmez. Onun için sosyal ve siyasi etkinliklere katılarak kendini ortaya koymak, bir ihtiyaçtır. Bu da ‘artık zaman’(boş zaman) gerektiriyor, Cuma namazına, Haccın farziyetine buradan da bakılabilir. Sosyal ve siyasi etkinliklere katılacak ‘artık zaman’ı olmayan mü’min yoksuldur. Ama daha büyük yoksulluk, bunu kabullenmektir ve bunu bir kültüre götüren yolda olmaktır.

İslam dünyasının ‘hayır’ dediği zaman aç kalmayan, sosyal ve siyasi etkinliklere katıldığı zaman aç kalmayan kitlelere ihtiyacı var. Geleceğin metropollerinde böyle bir kitlenin var olabileceği, Amerikan şehirlerine bakıldığında kuşkuludur.

O halde bugün için infak yapmak, sadece bir insanın karnını doyurmak değildir.

İnfak yapmak; yoksulluk kültürüne karşı bir savaştır, kölelik ruhuna karşı bir mücadeledir.

İnfak yapmak İslam dünyasında ve bütün dünyada kaynakların adil paylaşılacağı, yeryüzünün en uygun şekilde işletileceği, insanların verimliliğini artıracak ve önder insanlar yetiştirecek bir eğitim sisteminin kurulacağı bir ortama katkıda bulunmaktır.

Böyle bir infak, kurumlaşmayı gerektirir. İnşallah haftaya buradan devam edeceğiz.



 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.