Allah'a adanmış canlar; Şehidler
Ocak ayının gelişi şubatın habercisidir. Şubat şehadet ayıdır ama daha ocaktan başlar kervan yola çıkmaya. Kışın sert şartları gibi daralır çember. Aile, aşiret, halk, devlet vs. yığılır bir avuç Müslümanın tepesine. Ambargolar, boykotlar gelir peşi sıra.
SEYYİD HÜSEYİN YEŞİLMEN
Şehid Seyyid Hüseyin, 1947 yılında Midyat'ın Gürışık (Gundık Xacê) köyünde dünyaya gelir. 1978'de Mardin Bayındırlık Müdürlüğünde göreve başlar. 1980'de ailece Midyat'a, 1982-1989 yılları arasında Nusaybin'e taşınarak orada ikamet eder. 1987'de Şehid İbrahim Hoca ve dava arkadaşları ile tanışması sonucunda İslami dava hizmetinde azimle çalışmaya başlar. İslami davayı gerek akrabaları arasında, gerekse tanıştığı eş-dost ve yakınlarına tanıtmak için öncelikle kendi akrabaları arasında haftalık İslami sohbetler başlatır. Motosikletiyle köy ve mezralara giderek davasını anlatmaya devam eder. Muhammedi davayı özüne uygun olarak anlattıkça, geniş halk kitlelerinde itibarlı konuma gelir.
İslami mücadeledeki azim ve kararlılığını hazmedemeyenler, Dargeçit ve İdil yollarında kendisini defalarca pusuya düşürmeye çalışırlar. Fakat Allah'ın yardımıyla bu pusulardan kurtulur. 1991-1992 yılları arasında İslami mücadeleden dolayı özellikle İdil, Cizre ve Nusaybin civarlarında bulunan dava erlerine konulan ambargo sonucu yiyecek ve gıda maddeleri ulaşmıyor, onlara hiçbir şey satılmıyor, kendilerinden de hiçbir şey alınmıyordu. Defalarca kamyon kasasına doldurduğu ihtiyaç malzemesini köy köy, mahalle mahalle dolaşarak dağıtma yolunu ve çarelerini arardı. Malzemeleri kardeşlerine götürürken, bir dava arkadaşının ifadesiyle derdi ki; “Arabam ile önünüzden geçip size yol açayım. Yolda döşenmiş mayın vb. tuzak varsa, ölürsem dahi, ne pahasına olursa olsun ihtiyaç malzemelerini kardeşlerimize ulaştırmayı ihmal etmeyin.”
27 Ocak 1992 akşamı aile efradını etrafına toplayarak şehadet konulu bir ders işler. Ders sohbetinde eşine der ki: “Şehadeti çok arzuluyorum. Rüyada oğlum Muhammed Ali'nin şehid olduğunu gördüm. Aileden birinin şehid olacağını hislerimle seziyor gibiyim. Şayet şehadet nasip olsa benim mi, yoksa oğlumuz Muhammed Ali'nin mi şehadetini arzularsın?” Eşi bir anlık sükût eder. Seyyid Hüseyin kendisini işarete ederek; “Hep birlikte ellerinizi açarak âmin deyin” der. “İnşallah bu kutlu Muhammedi dava uğrunda, benim bedenimi paramparça ederler de, en büyük parçam kulağım kadar olur. Allah'a olan kulluk borcumu benlik ve enaniyetten uzak bir şekilde Rabbime teslim etmiş olayım.”
Devamında der ki : “Hangimiz önce şehid olursa geride kalanlarımıza, bedel ödemiş aziz dava erlerine şefaat edelim. Birbirimize geçmiş haklarımız varsa ki mutlaka olmuştur.
Başta ben size ve tüm kardeşlerime karşı olan haklarımı helal ediyorum. Sizler de helal edin.”
28 Ocak 1993. Yani ailesiyle yaptığı hasbıhalin sabahı evinden çıkarken tekrar helallik diler ve Tepeköyü'ne gider. Hasan adındaki dava arkadaşıyla birlikte, Cizre'deki abluka ve ambargo altındaki Müslümanlara yardım götürmek üzere yola koyulurlar. Düşmanları Cizre'de Şehid Şeyh Zeki Mahallesi'nin girişinde, asker kılığına girerek arabayı durdururlar. Tuzağa düşürüldüklerini anlarlar ama tüm direnişlere rağmen kaçırılırlar ve işkence neticesinde şehid edilirler. Arabaları da Cizre çıkışında yakılmış ve terk edilmiş olarak bulunur.
HASAN ÇEKEN (YILMAZ)
Şehid Hasan 1961 yılında İdil'in Tepeköy (Xerabêrapın)'de doğdu. Küçük yaşlarda Kur'an'ı okuyup namazlarını itinayla kılardı. İki kız ve bir erkek çocuğu vardı. Abidliğin yanında cihad ruhuyla da yanıp tutuşmaktaydı. 1987'den beri İslami hassasiyeti olan ve bölgede kendini gösteren İslami cemaatle tanıştıktan sonra günbegün bu uğurda aktif rol oynamaya başladı. Zamanla cihad ruhu daha da olgunlaştı ve hareketlilik kazandı. Daima cihad ayet ve hadisleri toplayıp her fırsatta etrafındaki kardeşlerine okuyup anlatmaktaydı.1991 yılında davanın ilk şehidleri olan Faki Sabri ve Hayriye annemizin şehadetlerinden sonra Şehid Hasan, onların şehadetlerine olan hüznünden dolayı; “Ah keşke onların intikamını almak bana nasip olsa…” diye hayıflanıyordu. Daha sonra kendi köyleri olan Tepeköy'e, sırf Müslüman oldukları için baskına gelen mürted militanlar saldırırlar. O esnada evini ve köyünü savunmaya çalışan Şehid Hasan onlarla çatışmaya girer. Çatışma sabahında ölü bulunan militanın bizzat Faki Sabri ve Hayriye olayında tetikçilik yapan şahıs olduğu görülür. Böylece Rabbinden dilediği intikamı almak da kendisine nasip olur.
Kendi köyleri ambargo altında olmasına rağmen, kendilerinden daha zor durumda olan Cizre'deki dava arkadaşlarına, bir nebze olsun yardımda bulunabilmek için, aynı zamanda dayısı olan Şehid Seyyid Hüseyin ile beraber 29 Ocak 1993 tarihinde Cizre'ye doğru yola koyuldu. Cizre'de yolları kesilen şehidler, pusuya düşürülüp esir alındılar. Kaç gün ellerinde tutuklu kaldıkları bilinemese de 2-3 gün sonra araçları Cizre-İdil yolu üzerinde yakılmış halde bulundu. Çeşitli bilgilere rağmen en çok tahmin edilen onların parçalanarak şehit edildikleri ve Dicle nehrine atıldıkları yönündedir.
Şehitlerin mezarlarının olmaması bu iki şehide has bir durum değildir. Bu şekilde mezarsız kalan nice şehid ve İslam önderi vardır. Başta Seyyid Hüseyin'in ceddi Hz. Hüseyin'in (ra) başı ve vücudu ayrı ayrı gömüldü. Başının hala nerde gömüldüğü belli değil. Bazıları Emevi Camisi sütunlarından birisinin altında diyorlar. Üstad Nursi ile Şeyh Said'in hala bir mezarları yok. Onun için aileleri ve sevenleri üzülmesinler.
MUHAMMED VEYSİ KATAN
Silvan'ın Keklikdere (Halda) Köyü'ndendir. Merkez'de Benzinlik Mahallesi'nde oturuyordu. Susa köyünden Hacı Adil'in kızı ile evliydi. Dört çocuğu vardı. Bir müddet fırında çalıştı. Ama o iş pek uzun sürmedi. Tablada elbise satmaya başladı. Ekmeğini bu işten çıkarmaya çalışıyordu. Çok muzlum bir hayat yaşadı. Hep bu tablayı sürdü durdu. Alnının teriyle rızkını kazanırdı. Bu yorucu hayat asla onun suratının asık biri olmasına sebep olmuyordu. Esprili biriydi. Bu özelliği sayesinde çevresine sürekli moral aşılıyordu. Arkadaşlarının moralini yüksek tutmak için özel gayret gösterirdi. Eşinin anlattığına göre iş dönüşü bu kadar yorgunluktan sonra eve geldiğinde tefsir ve siyer dersleri yapardı.
Eşinin Veysi hakkındaki tespitleri şu şekildedir: “Sağlam ve güzel bir ahlaka sahipti. İslami dava ile tanıştıktan sonra ahlaken daha da güzelleşti. Beraber dışarı çıktığımız zaman önünden geçtiğimiz insanlara selam verirdi. Sürekli Müslümanın ahlakının güzel olması gerektiğini söylerdi bana. Biz Allah'ın yolundayız, O'nun davasını insanlara sevdirmeliyiz, derdi. Hiçbir komşunun kalbini kırmadı. Güzel ahlakı sadece komşulara karşı değil, bütün çevresine karşı öyleydi. Bir de çok tuhafıma giden şey onun şehadetinden sonra evimizdeki tüpün bizi 4 yıl idare etmesiydi. Bu çok ilginçti. Bu gün yarın değiştireyim derken, 4 yıl boyunca bu tüp bitmedi. Bu durum sadece tüp için değil, tüm evimiz bereket doldu. Tüm ev halkı şaşırıp kalmıştık.”
Oğlu Abdurrahman şehadeti ile ilgili şunları kaydeder: “Şehid olmadan önceki gece beni yanına çağırmıştı, yanında uyudum. Sabahleyin evden geç çıkmıştı. Yanında 10 yaşlarında bir genç çalışıyordu. Bana “Git, sen onu çağır ben de elbiseleri caminin önüne çıkaracağım” dedi. Elbiseleri almaya gittiği yere gittim. Oradan ayrılmıştı, ben de caminin önüne gitmiştir, dedim. Oraya doğru gittim, silah seslerini duydum. Babamın tablasını çıkaracağımız zaman babamın yerde olduğunu gördüm. Polislere babam olduğunu söylememe rağmen babamın yanına gitmeme engel oldular. Olay yeri inceleme raporuna göre etrafta 49 kovan mermi olduğu yazılıyordu.”
MEHMET ŞAH ALTUĞ
Genç şehidlerimizden biri. Hiperaktif sayılabilecek kadar hareketliydi. Batman'da dindar bir ailenin içinde yetişti. Ancak daha çok şehidler için yapılan taziyelerde yapılan konuşmalardan etkilendi. 16 yaşında davaya katıldı. İki yıllık bir hizmetten sonra şehid oldu.
O aralar Müslümanların evleri roketlerle saldırıya uğruyordu. Bu da onun zoruna gidiyordu. Var olan durumu bir türlü kabullenmiyordu. Kendince arkadaşlarını korumak istiyordu. Bir gün bir evde sohbet vardı. O da sohbete katıldı. Geç kalınca da eve gelmedi. Zaten daha önce kaldığı o eve defalarca roketlerle saldırı yapılmış, şehidler verilmişti. Mehmet Şah da o şahidlerden biri oldu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.