Menderes YILDIRIM
Değişim çorbasında tuzu olmak
“Çorbada tuz olmak” deyimi; yapılan bir güzellikte az da olsa katkıda bulunmak anlamında kullanılır. Değişim ise yaşamın vazgeçilmezi ve her alanda var olan bir hakikattir.
Dünyamız, özellikle Ortadoğu; günümüzde, önemli değişim ve gelişmelere sahne olmaktadır. Ortadoğu'daki değişimler de maddi manevi hayatımızı direkt etkilediğinden bizler, bölgenin insanı olarak, burada gelişen olaylara bigâne kalmayız. Bugün olaylara kayıtsız kalan her aklı selim kişi, “yarın dünyada ve İndallah'ta” bunun hesabını ödeyemez.
İslam âlemi, bugün “masum, mahrum ve mağdur” bir konumdadır. Batı âlemi ise bunun tam tersi “mücrim, gasıp ve mağrurdur.” Emperyalist dünya bu haksızlıklarının yanında, ezici bir güç ve profesyonel bir tecrübeye de sahiptir.
Bizde; bilinçli kadro yetersiz olduğundan, başımızda dönen komploların farkına varmış olan azınlıktaki kadroların omuzlarındaki yük ve sorumluluk hayli artmaktadır. Batı'nın her işimize karıştığı günümüzde; hiçbir mümin; pişmekte olan Ortadoğu'daki çorbaya “Bana ne?” diyemez. Cümlemiz; Batılıların “domuz ürünü” olmadan aş pişirmeyeceği ve İslam'ın “Helal Sınırı'nı” pekâlâ biliriz. Bizlerin bugün; “kontrolsüz Batılılaşma, değişim ve dönüşümün” başladığı Tanzimat döneminin entel ve ilmiye sınıfını eleştirdiğimiz gibi çocuklarımız da yarınları için oluşacak her olumsuzlukta bizleri eleştireceklerdir.
İslam âlemi; dünyada yaşanan değişimlerde pek etkin olamıyorlar. Zaten eldeki enstrümanlarımız da etkin olmamıza ciddi bir engel. Örneklendirirsek; İslam'ın bağrı diyebileceğimiz Irak ve Suriye'deki değişimlerde; İslamî çevre ve devletlerden çok, başını Amerika'nın çektiği Batı dünyası, açık ara ile fark atmaktadır.
Dünyanın “kıymetli evrakını; kapital ve altın borsasını; petrol fiyatlarını...” belirleyen yine Batı'dır. Dünyanın herhangi bir ucundaki bir “sosyal ve siyasal çevreyi, hareketi” yönlendirmek; yönlendiremediğinde de bunları dünya kamuoyunda “şeytanlaştırmak, terörize etmek ve cezalandırabilme” işi, Batı dünyasına aittir.
Tartışmasız olarak Batı'nın elinde bulunan “dünyanın maddî padişahlığına” karşılık; “medenî ve manevî üstünlük” müessesi de tartışmasız İslam ve müminlerin elinde olsa da tüm alana inme yerine, genellikle sadece maddî sebepleri sorgulayarak “Ferman Padişah'ın(sa) dağlar bizimdir” demişiz. Doğrudur ancak yetmez.
Ortadoğu'da; rejimlerin ifl as etmesi, devletlerin çökmesi; yerlerine yenilerinin sahneye çıkması ise bizim dahlimizden ziyade; “biz her kavme bir ecel biçmişizdir” İlahî Nizam kavlince gelişmektedir.
Yakın maziyi bir kenara bırakırsak şahsen, Ortadoğu'nun nihai dönüşümünün; sağlıklı İslami devletlerin doğuşuyla tamamlanacağından şüphem yoktur ancak süreç çok kanlı; gözyaşı, acı ve elemlerle geçiyor, geçecek gibi. Dünyanın hâkimleri, bizleri kendi kaderimizle baş başa bırakmayı asla düşünmemektedirler. Bu da “elem faturamızın” hayli pahalıya mal olması demektir.
Türkiye'deki değişimler; istediğimiz tarzda olmasa da sürecin, “Batı ve yerli işbirlikçilerinin” hayli rahatsız olacağı tarzda geçtiği bir gerçektir. İslamî kesim, basiretli ve dirayetli olursa ki olmak zorundadır. İran'dan sonra, Batının, her askeri darbe sonrasında; “bizim çocuklar başardı” dediği “ileri bir karakolu” daha çökecektir.
İşte “değişim çorbasında tuzu olmak” sözü burada bir vebal olarak karşımıza çıkmaktadır. Muhakkak pişecek olan bu çorba kaynamaktadır. İslamî yapılanmaların hatta insanî düşünen her ferdin pişecek olan aşta payı olmalı. Asıl halkı oluşturan şimdilik sessiz çoğunluk olan halkta, “tolerans ve müsamahakâr olma” refl eksleri daha çok gelişmelidir. “Dâhilde halka çekilmiş kılıçlar varsa mutlak surette kınına” girmelidir. Aksine bu vebalin doğuracağı sonucu dünyada da Yevmü'l Mahşerde hiç kimse ödeyemez.
İndallah'ta sevaba dâhil olmak için “çorbanın kaynamasına vesile olan ateş” olmak önemsiz midir? Asla ve kat'a! “Ateş olma” zora, mum olup etrafı aydınlatmaya, ışık verirken kendini yakmaya talip olmaktır. Onurdur, şereftir, şandır, cennete sorgusuz giriştir. İman dolu göğüslerin, hâsılı kelam yiğitlerin işidir. Onu küçümsemek; hiç'lerin işidir ancak. Çünkü “ateş; beni yıkayan, yuyan emziren annem/ Bir arınma kurnası olsa gerek Cehennem” (NFK).
Bir çorbanın pişmesinde; ”kazan, maşa, ocak, odun, kül, kepçe ve onu karıştırmak için karıştırabilecek bir el” gerekmektedir. Bunlar zor diyorsak “tuz olmak” lazımdır. “Tuz olmayı” sakın küçümsemeyelim; o da çorbada eriyip yok olarak varlık gösterir. Zaten, zevksiz, lezzetsiz her şeye; “tadı, tuzu da yok!” demiyor muyuz? Hiç olmazsa; insanlık ve insanımız için “tuz olma” dilek ve temennilerimle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.