
Ramazan'da Tebliğ
Ramazan, Hz. Peygamber salallahüaleyhi vesellem'in Bi'set öncesi hâli üzere tefekkür ayıdır. Hz. Peygamber ile Cebrail aleyhisselam arasındaki hâl üzere tilavet ayıdır.
Ramazan, Hz. Peygamber salallahüaleyhi vesellem'in Bi'set öncesi hâli üzere tefekkür ayıdır. Hz. Peygamber ile Cebrail aleyhisselam arasındaki hâl üzere tilavet ayıdır.
Ramazan, iftar ikrâmı ve fıtır sadakası ile sadaka ayıdır. Sadakanın en makbullerinden biri sadaka-i cariyedir ve özellikle asrımızda İslam'ı irşad etmek bir sadaka-i cariyedir. Zira, irşadınız/davetiniz/tebliğiniz sayesinde iyiliğe yönelen bir Müslüman'ın iyiliklerinin ortağısınız. Onun ve onun da irşad edecekleri üzerinden amel defteriniz, lehinize açık kalır.
Ne muazzam bir şey! Siz, birinin hidayetine, ıslahına vesile oluyorsunuz ve bununla artık onun ortağı oluyorsunuz ama ondan da bir şey eksilmiyor. Öyleyse Ramazan-ı Şerif, bizim için de neden başlı başına bir irşad/davet/tebliğ ayı olmasın!
İrşadı bekleyen toplum, sınıf sınıftır. Şuur ehli iken ibadetleri zayıf olanlar var, ibadetleri düzgün iken ahlakı, edebi sorunlu olanlar var. İman ettiği hâlde ibadetten mahrum olanlar var. İbadet ettiği hâlde Müslümanlara hatta farkında olmadan İslam'a düşman olanlar var. Bu tam da postmodern bir toplum manzarası…
Bize düşen, toplumun bu hali karşısında şaşıp kalmak değil.
Zira işlerin başında şaşmak insânî bir hâldir ama şaşıp kalma hâline takılıp kalmak, şuur ve umut sorunudur.
Toplumun bu renkli hâli, irşada niyetlenen için bir fırsattır. Bu hâl, ona bir tebliğ meydanı sunar. Yiğit, meydanı seyretmek ya da hayal etmekle kalmaz, ona iner ve onda "Bismillah!" der işe koyulur.
Davet Konusunda İki Yanılgı
Davetin önünde engel olarak iki yanılgı vardır: (1) Toplumun davete duyarsız olduğunu düşünmek (2) Sosyal medya çağrılarını ya da o çağrı niteliğindeki anlatımları davet zannetmek.
Toplum, duyularını açan bir ses duyuncaya kadar duyarsız sayılır. Ona baktığınızda onu bir daha asla uyanmayacak bir uykuda zannedersiniz. Oysa derin bir uykuya dalmış birine iğne batarcasına bir ses topluma ulaştığında toplum, irkilir, uykusundan uyanır ve dinlemeye başlar. Dinledikçe duyarlılaşır. Önce sizin onun hâli karşısında şaşırdığınız gibi o da size şaşar, tepki duyar, sonra peyderpey istikamete girer.
Ne var ki bunu sağlayacak olan, davet adına boşluğa attığınız sesler değildir. Sosyal medya, meydan nutku diye boşluğa attığınız sesler, sıkıntısından havaya kurşun sıkan eyleminden farksızdır. Söz konusu eylemin sahibi, kurşun sıkarak rahatlarken toplum tarafından kınanır ve dışlanır. Günümüzün dünyasında sosyal medya sözleri ve kimi meydan nutukları da böyledir. Hatta bazı cami vaazları bile, boşluğa atılan kurşundan öte bir şey değildir.
Birebir Davetin Önemi
Peki, nasıl olmalı? Olması gereken, toplumda belli bir saygınlığa ulaşan, ilmi ve hitabetiyle öne çıkan insanların sosyal medya üzerinden veya yüz yüze topluma seslenmeleri; onların dışındaki herkesin ise birebir irşada/tebliğe/davete yönelmeleridir.
Bugünün dünyasında irşad/tebliğ/davet; zorunlu bir vazifedir ve kanaatimce üzerimizdeki sorumluluğun kalkması ancak birebir tebliğ ile mümkündür. Başka bir ifade ile kişi, birebir tebliğde bulunmadan davette bulunmuş sayılmaz.
Davetin çağrılan yer bakımından hedefi sabittir. Bütün çağlarda davetçiler, insanları Allah ve Resûlüne davet ederler. Uzaklaştırılan yer bakımından ise davetin hedefi değişkendir. Her devrin tağut ve tağutları vardır. Bu devrin baş tağutu Yahudi uygarlığıdır. Bu çağda, irşad/tebliğ/davet; Yahudi uygarlığına karşı cihadın bir türüdür.
Yahudi uygarlığı, insanları kitleleştirerek uyuşturmuştur. Kitle içindeki insan, makinadaki vida bile değildir, belki denizdeki kum, yoldaki toz taneciği gibidir. Yahudi, onu kitle içinde eriterek hiçleştirmiş, onursuzlaştırmıştır.
Davet; insanı bir şuura ulaştırma ve ona insan onurunu yeniden kazandırma, onu şuursuz kitle insanı olmaktan kurtarma çabasıdır. Bire bir hitap, kişiyi öncelikle kitlenin dışına çıkarır, şuursuzluk denizinden kurtarır.
Kitle içinde sürüklenip giden birine sistematik bir süreklilikle güzel sözler söylemek, onun aklına ve kalbine iyilik ışınlamak, onun zihnini ve gönlünü uyandırmak… Ona bir kitap… Ya da onun kolundan tutup onu güzel bir sohbete götürmek… Özetle onu öncelikle özel hissettirerek kitlenin dışına çıkarmak… Çağın insanı buna öyle bir muhtaç ki?
İslam'ın ahir zaman dini olduğu ile ilgili bir mucize olarak Mekke'de de kitle söz konusuydu. Hz. Peygamber salallahü aleyhivesellem, davanın önderi olarak ilk birebir davetlerinin ardından kitleye de seslendi. Ama Ashab, Allah hepsinden razı olsun, birebir davette bulunur, kalbi yumuşayanları ya da iman etmeye karar verenleri, Hz. Zeyd b. Amr'ın Hz. Ömer'i Darü'l-Erkam'a götürmesi misali, Hz. Peygamber'e götürürdü.
O örnek nesil, kitleyi gözetler ve her sorunu tebliğ için bir fırsata dönüştürür ve her fırsatı tebliğ için değerlendirirlerdi. Çünkü onlar, Hz. Peygamber'i Allah'ın elçisi bildikleri gibi kendilerini Hz. Peygamber'in elçisi olarak bilirlerdi. Davet erinin konumu işte o konumdur.
"Ben gerçekten 'Müslümanlardanım' deyip salih amel işleyip Allah'a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır?" (Fussilet Sûresi, 33)
Hidayet ve Ramazan
Toplumda hidayet öykülerini dinlerseniz pek çok kişinin hidayete erme başlangıcının Ramazan olduğunu görürsünüz.
Sarhoş, içkiyi Ramazan'da bırakmıştır. Uyuşturucu müptelası, Ramazan'da uyuşturucudan vazgeçmiş. Eğlenceye dalan günahkâr Ramazan'da kendine gelmiştir. Öyleyse Ramazan, bir hidayet ayıdır, hidayetin vesileleri vardır. Davetçi, işte o vesilelerdendir.
Üstelik davette bulunmak, salt bir sevap kazanma işi değildir, aynı zamanda sorumluluktan kurtulma mücadelesidir.
Ebû Hüreyre radiyallahü anh buyurmaktadır: "Kıyamet gününde bir kişinin yakasına hiç tanımadığı biri yapışır. Adam, 'Benden ne istiyorsun? Seni tanımıyorum. der. Yakasına yapışan kişi, 'Dünyada iken beni hata ve çirkin işler üzerinde görürdün de ikaz etmez, beni o kötülüklerden alıkoymazdın.' diyerek o kişiden davacı olur." (Münziri, et-Tergib ve't-Terhib)
En yakınlarımızdan başlayarak bu topluma hakkı anlatmazsak hiç şüphe yok, bu toplum, kıyamette yakamıza yapışacak, bizden davacı olacaktır ve bunda hiç şüphesiz haklıdır.
Gelin, bu toplum, bizden davacı olmadan biz onu davet edelim. Haktan yana ne biliyorsak ve ne kadar yapabiliyorsak, bütün imkânları zorlayıp Ramazan'da insanların kulaklarına hakkı fısıldayalım.
Bu hususta İmam Hasan el-Benna rah-metüllahi aleyhi, bütün Ümmet için örnek bir şahsiyettir. O, şöyle buyurur:
"Ey Müslüman Kardeşler… Sizler, bu ümmetin kalbinde yer alan ve Kur'an'la insanları selamlayan yeni bir ruh, Allah'ın marifetiyle maddenin karanlık etkisini dağıtan bir nur ve Resûlullah salallahü aleyhivesellem'in davetini haykıran yüksek bir sedasınız."
Ne mutlu o sedada yer alanlara!
Dr. Abdulkadir TURAN
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.