Siyer Mektebi ve Büyük Gün Vahyin Başlangıcı

Siyer Mektebi ve Büyük Gün Vahyin Başlangıcı

Peygamber kırk yaşındaydı. Toplumdaki cehalet ve zulüm O’nu Hira mağarasındaki yalnızlığa sevk etmişti. Bir şeyler yapılması gerektiğinin farkında olabilirdi ama ne yapması gerektiğini bilmiyordu.

Peygamber kırk yaşındaydı. Toplumdaki cehalet ve zulüm O’nu Hira mağarasındaki yalnızlığa sevk etmişti. Bir şeyler yapılması gerektiğinin farkında olabilirdi ama ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bunun için bir yol gösterici lazımdı. Kendisini yönlendirecek birisine ihtiyacı vardı.

İşte bunun için zaman olgunlaşmıştı. Ramazan ayı içerisindeydi. Belki 17 belki de 27. gecesiydi. Gecenin yarısı geçmiş, vakitlerin yücesi seher yaklaşıyordu. Hz. Cebrail, en güzel bir insan kılığına girmiş, son vahyini indirmenin heyecanını yaşıyordu.

Peygamber, bir kandil ışığında bu vaktin verdiği hazzı yaşıyordu. Sessizlik her tarafı kuşatmıştı. Kâinat dinlemeye geçmiş her bir nesne bu müstesna olaya şahitlik etmek istiyordu. Dağ, taş, toprak ve bitkiler. Hira bu olaya beşiklik ettiğinden dolayı mesuttu.

Biraz sonra karanlıkları parçalayan şafak sökecekti. Yeryüzüne güneş, inananların gönlüne bir resul doğacaktı. Peygamber, olacak olanlardan habersiz uzletin şahı denilecek zamanın makamındaydı.

Birden bir ses işitti:

“Oku”

Korktu, vücudunda bir titreme hissetti. Karşısında duran kişiye; “Ben okumak bilmem” diyebildi sadece. Ama gelen kişi onu bedeninden kavradı ve sıkmaya başladı. Peygamber kemiklerinin iç içe geçtiğini zannetti. Gelen zat tekrar nida etti:

“Oku”

Korkusu artıyordu. Vücudundaki titreme de. Biraz önceki sözcükler tekrar döküldü ağzından. Yine aynı hal. Vücudu sıkılan Peygamber öleceğini zannetti. Nida yenilendi:

“Oku”

Aynı cevap, aynı korku ve vücudun sıkılması ama bu kez ayetin devamı geldi:

1- Yaratan Rabbinin adıyla oku!
2- İnsanı bir kan pıhtısından yarattı!
3- Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
4- O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
5- İnsana bilmediği şeyleri öğretti. (Alak:1-5)

Peygamber kendini dışarı attı. Yaşadığı normal bir hal değildi. Tek isteği evine varabilmekti. Ancak ayakları kendisine yardımcı olmuyordu. Çevreden gelen sesler yeni bir şeyin müjdecisi gibiydi: “Selam sana ey Muhammed (Salallahu Aleyhi ve Sellem). Sen Allah’ın resulün. Müjdeler olsun”

Koşarak ve heyecanla eve gelen Hz. Muhammed’i (Salallahu Aleyhi ve Sellem) eşi karşıladı. “Beni örtün, beni örtün” dedi. Hz. Hatice (Radiyallahu Anha) eşini örttü. Titreme devam ediyordu. Annemiz, eşi için endişeleniyordu. Ama o, bu günler için seçilmiş bir eşti. Peygamberliğin ağır yükünü taşımasında eşine yardımcı olacaktı.

Sükûnetini korumaya çalıştı. Eşinin başucunda uyumasını bekledi. Örtü altında titremesi gözle görülüyordu. Peygamber bir süre sonra uyudu. Vefalı eş, hala endişeliydi. Acaba ne olmuştu? Neler yaşamıştı ki bu kadar korku ve heyecan yaşamıştı?

Nihayet uyandı. Eşi hemen yanı başındaydı. Ondan bir açıklama bekliyordu. Peygamber başından geçenleri tek tek anlattı ve ekledi: “Kendimden korkuyorum.”

Dediğimiz gibi ağır yükümlülükleri kaldırabilecek yaş ve olgunlukta olan annemiz: “Hiçbir korku ve endişe duymana sebep yok. Hiç üzülme; Allah senin gibi bir kulunu hiçbir zaman utandırmaz. Ben biliyorum ki sen sözün doğrusunu söylersin. Emanete riayet edersin. Akrabalarına yakın alâka gösterirsin. Kom­şularına nâzik ve müşfik davranır­sın. Fakirlere yardım elini uzatırsın. Garip­le­re evinin kapısını açıp onları misafir edersin. Uğradıkları felâket ve musibet­ler­de hal­ka yardım edersin! Ey Am­camoğlu! Sebat et!”

Annemiz, yapılması gereken şey nedir diye düşünmeye başladı. En iyisi Varaka bin Nevfel’e müracaat etmekti. Nitekim bu fikrini eşine de söyledi. Beraberce Varaka’nın yanına gittiler. Peygamber yaşadığı olayı anlatınca Varaka’nın yüzü renk renge giriyordu: “Kuddûs, Kud­dûs! Bu gördüğün melek, yüce Allah’ın Musa Pey­gambere gönderdiği Ruhü’l-Ku­düs’­tür. Sen ise bu üm­metin peygamberisin. Ah ne olur­du, yeni dine halkı çağırdığın günlerde ben de genç olay­dım; kavmin seni yurdundan çıkaracakları zaman sağ olsay­dım!”

Bazı yorumlara göre İslam’a ilk giren kişi Varaka bin Nevfel’dir. Çünkü karşısındaki kişinin bir Peygamber olduğuna inanmış ve tebliğinin başladığında kendisine yardımcı olma isteğini de bildirmişti. Ama ömrü buna vefa etmemiş ve bir süre sonra vefat etmişti. İnşallah inananlar arasındadır.

Peygamber kıyısından köşesinden artık ne yaşadığını öğrenmişti. Biz ise yaşanan bunca olaydan bazı çıkarımlar yapabilecek durumdayız. İlk etapta Peygamberin yaşadığı korku ve heyecanı yorumlamamız gerekmektedir.

Korku hali insanın doğal bir halidir ve rol icabı korku hemen fark edilebilir. Ancak Peygamber sanki sonradan yapılacak tüm itirazlara cevap nitelikte olacak bir şekilde korkmaktadır. Öyle ya kendisi mağarada haşa peygamberliği uyduracak biri olsa idi bu korku da neyin nesiydi?

Yaşanan bunca olaydan eşinin korkuya kapılması ve kendisi için endişeye kapılması da cabası. Eşinin onu alıp Varaka bin Nevfel’e götürmesi ve durumu anlamaya çalışmaları, olayın muhtevasını bilmediklerini gösteriyor. Peygamber dahi ne tür bir vaka ile karşı karşıya kaldığını bilmemektedir. Bu da herhalde Peygamberliğe itiraz edenlere ilginç bir cevap niteliği taşımaktadır.

Ayrıca şu mağaradaki sıkma olayı da ilgi çekici bir fiziksel olaydır. Çünkü Peygamberin mağarada halüsinasyon gördüğünü ve yaşadığının sadece zihni bir faaliyet sonucu hissettiğini söyleyenlere en büyük cevap olma özelliği taşımaktadır. Peygamber “Ben okuma bilmem” dediği üç seferde de sıkılarak kemikleri iç içe geçecek şekilde acıtılmıştır. Verilmek istenen mesaj, yaşanan hadisenin zihinsel bir olay değil dışardan fiziksel müdahale ile kendisine bir vakanın yaşatıldığıdır.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.