Referandumda çıkacak her iki sonuç için de bu doğrudur diyemiyoruz
Gaziantep'te düzenlenen 'İşçi ve İşverenlerin Uyum Kapasiteleri' programında konuşan HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan, "referandumda çıkacak her iki sonuç için de bu doğrudur diyemiyoruz" dedi.
HAK-İŞ Konfederasyonu ve MÜSİAD’ın ortaklaşa düzenlediği, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yönetilen ve AB tarafından da finansmanı sağlanan 'İşçi ve İşverenlerin Uyum Kapasitelerinin Sosyal Diyalog Yaklaşımıyla Artırılması' Teknik Destek Projesi kapsamında ‘İş Yaşamı Becerileri Eğitimleri’nin 12’ncisi Gaziantep’te yapıldı.
Gaziantep’te yapılan ‘İş Yaşamı Becerileri Eğitimleri’ toplantısında konuşan HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan, referandumda oylanacak ‘Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin de ‘Parlamenter Sistem’in de kendi içerisinde uygulamaları ile farklılıklar oluşturduğunu belirterek, “Her ikisi ile ilgili de mutlak ‘bu doğrudur, bundan başkası olmaz’ diyemiyoruz.” dedi.
Önümüzdeki aylarda referandumda oylanacak ‘Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ ile ilgili halkın vereceği karara saygı duyacaklarını belirten Arslan, “Anayasa teklifi mecliste kabul edildi. Artık referanduma gideceğiz. Bu referandumda Türkiye bir karar verecek. Millet, anayasa değişikliğini oylayıp ya kabul edecek veya ret edecek. HAK-İŞ olarak biz kabul ve ret tartışmalarının ötesinde, anayasa değişikliği ile ilgili birkaç konuyu sizinle paylaşmak istiyorum. Her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti devletinin gerek parlamenter sistem olarak, gerekse -eğer halk karar verirse- ‘Cumhurbaşkanlığı veya Başkanlık sistemi’ olarak neyi kabul etmişse başımızın üstünde yeri var.” dedi.
Arslan, Parlamenter Sistem ve ‘Başkanlık Sistemi’nin kendi içerisindeki uygulamaları ile farklılıklar oluşturduğunu belirterek, “Parlamenter sisteme de ‘Başkanlık Sistemi’ne de dünyanın en iyi sistemi diyemezsiniz. Her ikisi ile ilgili de mutlak ‘bu doğrudur, bundan başkası olmaz’ diyemiyoruz.” diye konuştu.
“Başkanlık tartışmaları 2007 yılında ortaya çıktı”
‘Başkanlık’ tartışmalarının aslında 2007 yılında ortaya çıktığını belirten Arslan, konuşmasına şöyle devam etti:
“Eğer Türkiye Cumhuriyetinin 1982 anayasasına göre Kenan Evren’i, Turgut Özal’ı, Süleyman Demirel’i ve Ahmet Necdet Sezer’i seçtiği gibi, 2007 yılında da Abdullah Gül’ü seçmiş olsaydı, bugün bunları tartışır olmayacaktık. Ama 367 garabeti dediğimiz AK Parti'den eşinin başı örtülü olan bir Cumhurbaşkanının olamayacağını söyleyen o zamanki güçler, meclisten 355 oy alan Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığına geçit vermediler. CHP ise bunu Anayasa Mahkemesine götürdü. Anayasa mahkemesi 'parlamentoda 367 oy alamazsanız, 367 milletvekiliniz olmazsa cumhurbaşkanını seçemezsiniz.' dedi. Hükümet erken seçim kararı aldı. Bir anayasa değişikliği kararı aldı. 'Madem bize Cumhurbaşkanını seçtirmiyorsunuz, halk seçsin' denildi. O anayasa değişikliği de 2007'de referanduma gitti. Halk, Cumhurbaşkanını halkın seçmesi referandumuna büyük bir destek vererek kabul etti.”
“Bu tartışmaların sebebi CHP'dir”
CHP’nin ‘Cumhurbaşkanlığı sistemi’ ile ‘Başkanlık’ tartışmalarındaki yerini anlayamadığını belirten Arslan, “Aslında bunun sebebi CHP’dir. Eğer 2007 yılında Anayasa Mahkemesine bunu götürmeseydi, Ahmet Necdet Sezer'in seçildiği gibi Abdullah Gül’de seçilseydi, ben eminim ki bugün de bu tartışmalar olmayacaktı. Ama siz demokrasiyi, parlamenter sistemi kendi çıkarlarınız, o günkü zinde güçlerle, vesayet rejimiyle işbirliği yaparak engellerseniz gideceği yer burasıdır. Başkanlık sisteminin geçişi 2007 referandumunda olmuştur. Halk, 'cumhurbaşkanını ben seçeceğim' diye karar vermiştir. 2014 yılında da bu tescil edilmiştir. Cumhurbaşkanını halk seçmiştir.” ifadelerini kullandı.
“Artık yeni kriz istemiyoruz!”
1982 anayasası ve Türkiye’deki Cumhurbaşkanlarının yetkilerine de değinen Arslan, Cumhurbaşkanlarına verilen yetkilerin krizlere neden olduğunu söyleyerek, konuşmasını şu ifadelerle sürdürdü:
“Böyle bir yetkiyi Cumhurbaşkanına verirseniz bu ülkede aslında siz bir krizi bekleyeceksiniz. Benim endişem, ben bu ülkenin yeterince krizlerden çektiğini düşünüyorum. Artık yeni kriz istemiyoruz! Kriz mi oldu, ne zaman oldu? Bakınız Cumhurbaşkanı’nı halk seçmeden önceki Cumhurbaşkanları ile biz kriz yaşadık. Çünkü bu sistem çatışmayı gerektiriyor.”
15 Temmuz’un farklı versiyonlarının hâlen devam ettiğini de belirten Arslan, saldırıların hedefi haline gelen Türkiye’nin, içerde ve dışarıda kayıplar verdiğini söyleyerek, bu saldırıların Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak olduğuna dikkat çekti.
“21’nci yüzyılda ülkeler doğrudan işgal edilmiyor”
Arslan, “21’nci yüzyılın işgal modelleri, ülkeleri doğrudan işgal etmek değildir. Ülkeleri terörizm ile dizayn etmek ve kendi çıkarları için ülkeleri yeniden oluşturma gayretlerinin bölgemizde acımasızca sürdürüldüğü bir dönemde, büyük bir sorumluluğu daha üstlenmiştir. Suriye’de yaşanan iç savaşın mağdurlarına amasız ve fakatsız hiçbir şart koşmadan kucak açmış ve şehrinde yaklaşık 500 bine yakın Suriyeliyi misafir eden bir şehirden bahsediyorum. Bu şehre ne kadar teşekkür ve hizmet etsek, yine az olduğunu düşünüyorum. Bir taraftan bölgenin sanayileşme, gelişme hakikaten dünyaya ihracat yapma çabası içerisinde olan ve kendini kanıtlamış bir şehir, bir taraftan da sırtına ağır yükler yüklenmiş, bu yüklerden şikayet etmeyen ve bu yükleri gönüllü olarak taşımaya devam eden bir şehir. Bir taraftan terör örgütlerine karşı kendisini savunan ve bu konuda terörizme geçit vermeyen tarihi yürüyüşünde, hiçbir dönemde ülkesinin, milletinin birliğinden ve beraberliğinden asla taviz vermeyen bir şehirden bahsediyoruz.” şeklinde konuştu.
“Taşeron işçi sorununun köklü bir çözüme kavuşturulması gerekiyor”
Konfederasyon olarak çalışma barışının da sıkıntıya düşmesini istemediklerini dile getiren Arslan, 90’lı yıllardan itibaren devam eden ve bugün artık sürdürülemez olma noktasına gelmiş taşeron olan gerçeğinin de artık köklü bir şekilde gözden geçirilip ve köklü bir çözüme kavuşturulması gerektiğinin altını çizdi.
Arslan, “Taşeron işçiliği gerçeğini HAK-İŞ olarak Türkiye’de ilk ortaya koyan ve bu konuda büyük bir mücadele veren bir noktadayız. Konfederasyonumuzun da çok önemli bir bölümünü taşeron işçiler oluşturmakta. Biz bu taşeron işçiliği gerçeğini çeşitli araştırmalarla, çalışmalarımızla ve kampanyalarla kamuoyuna duyurduk. Türkiye’de var olan, 90’lı yıllardan itibaren devam eden ve bugün artık neredeyse sürdürülemez olma noktasına gelmiş taşeron gerçeğinin artık köklü bir şekilde gözden geçirilip ve köklü bir çözüme kavuşturulması gerekiyor.” çağrısında bulundu.
Kamuda taşeron işçi olarak çalışan işçilerin, işçi kadrolarında istihdam edilmesini istediklerini aktaran Arslan, “Bu köklü çözüm, kamu hizmeti yaptırılan bu insanların, kamuda işçi kadrolarında istihdam edilmesini istiyoruz. Bunun dışındaki bütün öneriler Özel Sözleşmeli Personel (ÖSP) ve benzeri bütün çözümlerin aslında bizim çözümlerimiz olmadığını ifade etmek istiyorum. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar ile siyasi bütün muhataplarımıza bunu anlatmaya devam ettik. Hak-İş olarak biz çalışma barışının ve ülkemizde de var olan pek çok sorunla beraber çalışma barışının da sıkıntıya düşmesini istemiyoruz. O zaman bu sorunların çözümü için hükümete sunduğumuz önerilerin dikkate alınarak, taşeron işçiliği gerçeğini ve bu gerçek ile birlikte ülkemizin kamu personel reformunu yeniden ortaya koyup çözmemiz gerekiyor.” diyerek konuşmasını noktaladı.
Program Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (MÜSİAD) Gaziantep Şube Başkanı Mehmet Çelenk’in yaptığı konuşmanın ardından ikinci oturum ile devam etti.
İLKHA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.